18) BİR BIÇAK DAHA?

193 7 0
                                    


Sessizlik. Kulağımın dibinde haykıran koca bir sessizlik. Ben o sessizlikte kararımı sorgularken o amacımı öğrenmek ister gibi bakıyordu.

Ona en son Keremin yüzünü bir daha görmek istemediğimi söylemişken şimdi ise beni ona götürmesini istemiştim. Deli olduğumu düşünebilirdi.

Ama ben sadece denemek istiyorum. Belki de bırakır peşimi? Onun yüzünden gözlerimi kapatamıyorum. En kötüsü bu. Nefesi hep ensemde. O hep gözümün önünde.

Gözlerim sessizliği sürdüren Savaşa döndü. "Şu an acelem var. Müsait olduğumda götürürüm yanına." cevap vermeme izin vermeden arkasını döndü ve gitti. Oflayarak oturduğum masada işlere devam ettim.

Saatler geçmiş ve yiğit hala şirkete gelmemişti. Telefonum çaldığında sıkıcı ruh halimi düzeltebilecek biri aradığı için mutlulukla açtım. "Şule canım feci Sushi çekti. Gidelim mi?" Batu kısık sesiyle konuştuğunda genişçe gülümsedim. "Ay  Batuu çok iyi olur. Aramda gel şirkete birlikte gidelim." dediğimde sesi yükseldi ve geleceğini söyleyerek kapattı telefonu.

Yemek molasında katta kimse kalmamışken kahvemi yudumlamaya başladım. Batu beyi beklerken iyice acıkmıştım. Ayak sesleri işitince kat girişine kafamı çevirdim ve Batu yerine yiğit omuzları düşük bir şekilde içeri girdi. Elinde rulo şekilde bir dosya duruyordu ve gözleri direk olarak beni buldu.

Yutkunduğunu burdan anlamıştım. Bir şeyler oluyordu, kötü şeyler, yine ters giden bir şeyler vardı.

Olduğu yerde durmaya devam edince yanıma çağırdım. Masanın yanına bir sandalye çekip çöktü. "Neler oluyor yiğit?" Eğilmiş bir şekilde yere bakıyordu ve elindeki dosyayı diğer avucunun içine ritmik bir şekilde vurmaya başladı. "Şule, benden sakladığın bir şey var mı?" yüzüme bakmadan konuşması keyfimi kaçırmış ve sorusu karşısında afallamıştım.

"O nerden çıktı öyle?" Meraklı gözlerle ona bakarken birden gözlerimizi birleştirdi. "Şule lütfen. Lütfen varsa anlat." Yalvaran gözlerle bakıyordu. Olabildiğince çattım kaşımı. "Yiğit ne demeye çalışıyorsun? Yok bir şey!" Kafasını iki yana salladı ve elindeki dosyayı önüme attı. "Demek istemiyorum Şule. Abim haklıymış Şulenin derdi bizim arkadaşlığımız değilmiş, Şule düşman taraftaymış demek istemiyorum. Lütfen bana açıkla. Saçma olsun, yine inanırım lütfen." Söylediklerini sindiremeden Savaşın benim hakkımda bu şekilde düşünüyor olması neden içimde buruk bir hissiyat yaratmıştı.

Masadaki dosyayı yavaşça elim aldım. Ne çıkacaktı bundan. İçimde yükselen huzursuzluk tüm bedenimi sardığında kesik kesik nefesler almaya başlamıştım bile. Açtığım dosyanın ilk sayfasında Dedem vardı. Hayatı neler yaptığı ve niceleri. Anlamaz gözlerle yiğite baktığımda gözlerini kaçırmadan bana bakıyordu, tüm tepkimi hafızasına kazır gibiydi.
Sayfayı yavaşça çevirdiğimde bu sefer Batunun dedesi ve bilgileriyle karşılaştım. Ardından Gizemin dedesi ve sonrasında babam, batunun, defnenin ve gizemin babası hakkında bilindik bilgiler . Bunların hala ne anlama geldiğini bilmiyordum.

Bunlardan çıkartılabilecek bir şey yoktu ki. Bu bilgiler zaten biraz yetkisi olan herkesin ulaşacağı şeylerdi. Zaten daha fazlası da yoktu bizim ailede. "Yiğit ne var bunlarda? Anlamadım ben dedemler falan ne alaka yani." Dolu gözlerle bana baktı. İki parmağıyla işaret ederek çevir dedi. Çevirdim.
Ben bütün duygularımın başıma yıkılacağını bütün güvenimin sarsılacağını bilsem çevirir miydim?

Yazan yazının her bir kelimesi ayrı büyük geliyordu gözüme. Titremeye başlayan ellerim ve tutumuş nefesimle kafamı sağa sola salladım. "Burda yazan iki üç satır şeye nasıl inanırsın!" Sinirle Yiğite döndüğümde dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. "Gördüm Şule. Fotoğraflar gördüm, videolar gördüm." dediğinde kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü. Yoktu ki böyle bir şey. Olmayan şeyin ne videosunu izlemişti o?

Dosyayı masaya atıp ayaklandım. Kafama ellerimle biraz baskı uygulayıp yiğite döndüm. "Göster. Bana da göster onları." Emindim. Yoktu öyle bir şey. Bahsettiği videodan hiçbir şey çıkmayacaktı. Bir şey demeden cebinden telefon çıkarttı. Önüme fırlatır gibi koyduğunda kadrajda ilk önce Batu gözüktü. Sinirli bir şekilde bağırdı. "Siz salak mısınız? Ben demedim mi sevkiyatı üçünüzden başka kimse bilmeyecek diye! Bu herifin işi ne burda?" Ardından topuk sesi işittim. "Batu uzatmadan yüklesek mi artık. Çevirme saatini ona göre ayarladık ya!" Gizemin sesi vardı ama görüntüde yoktu. Bir adam işte bir yanlışlık olduğunu kalan malları hemen yükleyeceğini söyleyince görüş açıma bir kasa silah girdi. Tahta kapak kapandı ve üzeninde bana ait olan giyim markasının amblemi çok net bir şekilde gözüküyordu. Bir kaç koşuşturmadan sonra Defnenin sesini duydum. "Hadi artık oyalanmayın." Ardından kamera boşluğa döndü ve düz bir şekilde ilerledi. Açık alana çıkınca görüntü de gitti.

Elimdeki telefona uzun uzun baktım. Kafamı kaldırıp Yiğite baktığımda gözlerinde bana güvenmek isteyen  ama şartların buna izin vermemesine sitem eden küçük bir çocuk gördüm.

"Şule yemin ediyorum umrumda değil. Ben sadece, sadece sana güvenmiştim. Neden onu da bilmiyorum. Hissettim, seninle çok yakın olucağımızı hissettim ama bu. Şule abim benim yaşama sebebim. Ona ben ihanet edemem. Ama sen... Şule seni kaybetmek de istemiyorum. Lütfen, lütfen bana bi çıkış yolu göster lütfen." Yalvarmıştı bana. Keşke ben de bir yol bulsaydım. Her şey toz gibiydi şu an. Nefesimi tutmuştum. Bilmiyordum, benim hiçbir şeyden haberim yoktu.

Gözlerim doldu. "Yiğit bilmiyordum. Yemin ederim bilmiyordum." Bana baktığında gözlerinden bir anlık parlama geçti ve sertçe burnunu çekti. "Nasıl yani?" Sorunuyla tam ağzımı açacakken adım seleri işittim ve girişe çevirdim kafamı.

Batu tek eliyle gözlüğünü çıkardı ve kocaman gülümsedi ilk etapta. Sonra yavaşça kaşları çatıldı ve hızla yanıma ilerledi. "Şule niye ağladın güzelim?" Dibime girmesiyle o anın şokunu ona tokat atarak atlattım. Yüzüne yediği tokadımla kafası sola düştü ve dişlerini sıkmaya başladı.

"Lan noluyo?!" Anlamaz gözlerle bana bakınca gözyaşlarımı daha çok serbest bıraktım. "Batuhan bana bunu nasıl yaptınız?" Ağlamaktan çatallaşan sesimle konuştuğumda bir adım geri gidip ellerini iki yana açtı. "Lan ne yapmışız anlamıyorum." Elimdeki telefonu üstüne fırlattım. "Bu ne Batuhan bu ne!?" Düşen telefonu yerden alıp videoyu oynattı. 15. Saniyede gözlerini sıkıca yumdu be telefonu hızla kapattı. "Şulem dur sakince konuşalım." Koluma dokununca hızla geri çekildim. "Gerçek mi bu?" Hala bana yalan olduğunu söylerse ona inanacak durumdaydım.

"Batu nolur açıkla. Lütfen size inancımı kaybetmek istemiyorum." Yalvarıyordum. Çünkü onları kaybedemezdim. Nefesimin tekrar tekrar kesilmesini istemiyordum. Bana bunu yapmalarını istemiyordum.
"Şule..." dedi. Bana bakışı yeterdi. İhanetlerini o bakıştan anlamamak salaklık olurdu ama duymam lazımdı. Biraz daha geriledim ve gözlerimi temizlemeden çantamı alıp hızla çıktım. Kaçmak en kolay olandı. Ona bakamazdım. Gözlerimin gördüğünü işitemezdim ondan. İşte o zaman geri dönüşü olur muydu bilmiyorum.

Koştura koştura girdiğim otoparkta arabama atlar atlamaz yola koyuldum. Aynadan geriye baktığımda Batunun arabası peşimdeydi. Daha çok hızlandım. Bıraksın peşimi istiyordum.

Yaklaşık yarım saattir peşimdeydi. Ormanlık bir yola girmiştim. Nereye gideceğimide bilmeden öylece sürüyordum. Milyon defa çalan telefonumu alıp dışarı fırlatmıştım.

Düşünmemek için kendimi ne kadar tutsam da beynime akın eden şeyler göz yaşlarımın kurumasına izin vermiyordu.

Onlar benim haberim yokken benim üzerimden neler yapmışlardı öyle? Batu defalarca önüme kırmaya çalışınca sadece tek bir şey yaptım. Arabayı gözüme kestirdiğim ağaca son sürat sürmeye başladım.




:(

KAYIP HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin