-10-

3 0 0
                                    

Küçük kelebek kozasından çıkıp yaşama tutunmaya çalıştıkça o,koza onun ölüm ağı olmaya başlamıştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Küçük kelebek kozasından çıkıp yaşama tutunmaya çalıştıkça o,koza onun ölüm ağı olmaya başlamıştı. Kanat çırptıkça kanatları kanıyordu. Bir günlük ömrüne bin yıllık acı ilmekliyordu ama bundan asla haberi olmuyordu çünkü yaşamak için atan aciz bir kalbi vardı.

Ben o kelebektim işte.Beni öldüren şeyler yaşadığımı hissettirirdi ama ben o hissi tatmamış olmayı diliyordum.Hayatım üç kelime üstüne kuruluydu Acı...

O günden sonra hiç odadan çıkmamıştım. Atılan mesajlara,gelen aramalara göz ucuyla dahi bakmamıştım. Arayacak olanlar belliydi zaten. İş nerde kaldı derseniz, onu da unutup geri planlara atmıştım. Ruhumun, mental olarak zor dayandığını hissediyordum ama ben Defneydim dayanmak zorundaydım...

Saatler saatleri kovalarken aşağı giriş kapısının açıldığını duymuştum. Azrail,krallığına geri dönmüştü anlaşılan. O günden beri onun ne sesini duymuş, ne de görüntüsünü görmüştüm. Hayalet olup ortadan kaybolmuştu. Yataktan çıkmış giyinme dolabının önünde dikiliyordum. Aşağı inip onunla konuşup konuşmamak arasındaki ikilemde kalmıştım.

Ben bunları düşünürken kapım tıkladı. Yavaşça o tarafa doğru hareket edip kapının eşiğine gelmiştim. Kapı tekrar tıklayınca,elimi koyup kapıyı açtım. Karşımda, tanrı gibi duran heybetli adama baktım. Çok sakin ve bir o kadar ruhsuz duruyordu. Alışık olunmadık bir tavrı vardı. Ben onun yanardağ gibi patlamasını bekliyordum.

"Müsait misin?" Hiçbir şey söylemeden kafamı aşağı yukarı sallamıştım. "İçeri girebilir miyim?" Benim odama mı girmek istiyordu yani? Aşağı beni çağırmasını falan bekliyordum. Bu sorusu karşısında yine kafamı aşağı yukarı sallamakla yetinmiştim.

Yanımdan geçip içeri süzüldüğünde arkasında barut kokusu bırakmıştı. Neydi bu şimdi? Yatağın ucunda bekliyor konuşmak için fırsat arıyordu."Ne diye geldin?"diyerek konuşma fırsatı vermiştim. Kendinden emin yıkılmaz bir dağ gibi karşımda durup. "Geçen yemekte olan olaylar yaşanmasaydı şu an yanına gelmezdim emin ol. O gün hiçbir şey sanıldığı gibi konuşulmadı." Kaşlarımı çatarak onu dinliyordum. "Evet işe gitmeyeceksin burda bir yanlış anlaşılma yok."

Lafını bölüp araya girmiştim. "Merak etme o günden beri işe gittiğim yok, gerçi artık bir işim bile olmayabilir." "Neyse ne Defne bir kere anlatacağım iyi dinle." "Bekliyorum Volkan Korarsan." Baştan aşağı beni süzüp konuşmaya başlamıştı. "Anahtar mevzusu için yanımdasın ve bulmama da sen yardım edeceksin. İşe gitmeyeceksin çünkü orası belkide düşmanın ini."Ufukla aralarında bir şey vardı çözemediğim. Düşmanlar mıydı? Dostlar mıydı? Kafam bu iki ayrımı kestirtmiyordu.

"Ufuk para İçin her şeyi yapar evet ama ben seni o manada istemedim." Sinirlerim yine gelmeye başlamıştı. "Ne manada istedin. Aaa!yoksa beni yatağını süslemek için falan mı kiralayacaktın. Doğru ya ben bir insan değilim eşyayım istenilen paraya kiralanır,istenilen paraya satılırım. O her şeyi duyan kulakların bunu da iyi duysun .Ben bir direk dansçısı olabilirim ama sürtük değilim." Diyerek elimi kaldırıp göğsüne vurmuştum.Her şeye razı olurdum ama kimse beni bir eşya olarak görüp onurumu,gururumu iki paralık edemezdi. Helede bunu sırf çalıştığım meslek için asla yapamazlardı.

ÜÇ ANAHTARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin