Bu soğuk duvarlar arasında geriye sadece onun düzensiz nefes alıp veriş sesleri kaldı. Bir iskemle üzerinde, tam karşımda oturuyordu. Kıvrımlı vücut hatları ve dağılmış saçları dikkatimi dağıtıyor, morarmış tırnaklarına rağmen ellerini birbirine kenetlemişti. Dizlerimin dibinde kanlar içinde yatan kadın için hala üzülüyor olmalıydı. Kendisinin de sonunun öyle olacağından haberdar bir edayla gözlerini benden kaçırıyordu. Yanıma yaklaşması için seslendim. Böyle onu daha iyi inceleyebilirdim. Yüzüme bakmadan ayağa kalkıp dizimin dibine oturdu. Buraya getirdiğimden beri öyle çok zayıflamış olmalıydı ki göz altları kararmış, elmacık kemikleri belirginleşmişti. Aralarından en güçlüsünün Lâl olduğunu biliyor ve en başından beri ona dokunma arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Kafasını göğsüme yatırdım ve yüzüne düşen saçlarını gayet nahif bir şekilde kulaklarının arkasına sıkıştırdım. Çantamdan çıkardığım mataranın kapağına su soldurup yavaşca kanlı dudaklarına yaklaştırdım. Lal her yutkunuşunda bedeni, kollarım arasında kasılıyordu. Buz gibi bu odada bedeninin sıcaklığı beni de yakıp kavuruyordu. Suyu içmeyi bitirdikten sonra kafasını yavaşça yukarı kaldırıp gözlerime baktı uzun uzun. Öyle saf bakıyordu ki.. Birden gözleri yerde yatan diğer kadınlara kaydı ve:
"Onlarca bedeni tanınmaz hale getiren bu ellerin, neden bana dokunurken titriyor?"
Haklıydı,
aldığım nefes ciğerlerime batmaya başladı.
Haklıydı,
ben bu değildim.
Haklıydı ama..
Lâl de diğerleri gibi değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anla beni
Non-FictionBakışlarımı nereye çevirsem, her şey yağmur renginde, soluk siyah. Tuhaf duygular sarıyor içimi, hepsi soğuk.