Aydınlık için bir parça karanlığın gerekli olduğunu bilmezdim. Ben sanıyordum ki, insan hayatı daimi günlük güneşlik olabilir. Gece yastığa başını koyunca düşünecek fırsatı bulmadan uykuya dalabilir.
Geceleri uyuyamıyorum. Sırf uyku kalitesini artırmak için bir satıcıdan bitki aldım. Dükkana girdiğim gibi çiçek kokuları dört bir yanımı sarmıştı. Bitkiler ya da başka şeyler sayesinde uyuyabileceğime inanmıyordum, fakat galiba odamda benim dışımda bir canlı olsun istedim.
Satıcı, bu kadar çiçek kokusu yetmiyormuş gibi bir de tütsü yakmakla uğraşıyordu. Oldum olası bu tür şeyleri sevmem. Onları yakmak, beni sakinleştirmek yerine daha da stresli bir ruh hâline büründürür.
Ona, bana iyi gelebilecek birkaç çiçek ismi saydım. İşinin ehli olacak ki, hepsinin faydasız olduğunu söyledi.
"Size, uygun tek çiçeğim var."
Birkaç saniye adını söyleyecek diye bekledim. Bir şey söylemeden beni yalnız bırakarak arka tarafa geçti. Ardından elinde bir kenarı az da olsun çatlamış bir saksıyla geri döndü. Yeşil bitkinin arasında açmış dört tane çiçek vardı. Beş yapraklı ve daha önce pek aşina olmadığım beyaz çiçekler...
"Yasemin çiçeğinin hikayesini bilir misiniz?"
Yaşlı satıcı, çektiği tabureyi gösterince, emin olmayarak oturdum. Gitmek istiyordum. Yeniden odama kapanmak ve insanlardan uzak durmak...
"Günlerden bir gün, güzeller güzeli bir prenses, Güneş Tanrısına âşık olur. Prenses sonunda cesaretini toplayarak, aşkını ilan eder. Fakat Güneş Tanrısı güzel prensesten hiç etkilenmemiştir."
Bir yandan anlatmayı sürdürüyor, diğer yandan da onu dinleyip dinlemediğimden emin olmak ister gibi gözlerimin içine bakıyordu. Prenses demişti ve bir de Güneş Tanrısı falan... duyuyordum, sanırım anlama yetimi de henüz kaybetmemiştim.
"Bu sebeple prensesin aşkını geri çevirir. Bu duruma çok üzülen prenses, üzüntüsünden ölüme mahkûm olur. Bedeni yakılan prensesin külleri toprağa saçılır. Her saçılan külün yerine yasemin çiçekleri çıkar."
Bakışlarımı çiçeğe çevirdim. Efsaneler pek bana göre değildi. İlk kez gördüğüm bir adamın, bana neden böyle bir hikayeyi anlatma gereksinimi duyduğunu bilmiyordum.
"Prenses o kadar üzülmüştür ki, canını yakan Güneş Tanrısına olan aşkından, gündüzleri açmayı reddederek, şafak vaktine kadar dilediği gibi açıp, etrafa mis kokusunu yayar."
Bana normal sayılabilecek bir bakışla bakmıyordu. Bu adamın gözlerinde, anlattığı hikayenin ardına sığınmaya çalışırken bile suçlayıcı bir ifade vardı. Bana bir efsaneyi değil, bizzat bizi anlatıyordu. Yine de bunu fark edip etmediğimi anlamaya çalışır gibiydi.
"Bu aşk hikâyesi gereği, yasemin çiçekleri, geceleri şafak vaktine kadar açar ve sonsuza kadar güzelliğini güneşten sakınır."
Onu anlamıştım. Bu buruk hikayenin prensesi siz, Güneş Tanrısı ise ben oluyordum. Her şey birebir doğruydu. Bana aşık oldunuz, bana olan aşkınızı söyleme cesaretini gösterdiniz, sizi üzdüm ve intihara sürükleme konusunda büyük bir paya sahip oldum. Fakat satıcının tek bir konuda yanlışı vardı. Sizden etkilenmiştim! Yeryüzünde hiç kimseden etkilenmediğim kadar...
Parasını ödedikten sonra hiçbir şey söylemeden saksıyı alarak çıktım. Etrafta yürek sıkıcı bir hava vardı. İlk başta eve gitmeyi düşündüm. Adımlarım beni Büyük Kanal'a doğru götürmeseydi, soluğu odamda alırdım. Hemen bir gondol kiralayıp kendimi suların üstüne bıraktım. Sonbaharın cılız güneşi yüzüme vururken, suyun hafif dalgası bedenimi mest-ediyordu. Bu hissi, burada zaman geçirmeyi özlemiştim. Tam olarak sevdiğim şeyleri yapmayı aylar öncesinde bırakmıştım.
Yaklaşık bir saat kadar farklı bir uğraş edindikten sonra nihayet odama geldim. Çiçek için uygun bir yer ararken, en sonunda yatağımın kenarında bulunan sehpanın üzerine bırakmayı uygun buldum. Burası yeteri kadar gün ışığı alıyordu. Toprağını kontrol ettiğimde, nemli olduğunu gördüm. Sanırım bugün su vermeye gerek yoktu. Eh, üzerimi bile değiştirmeden sırt üstü yatağa uzanmamak için hiçbir sebep yoktu. Aynı zamanda bu niyetimi gerçekleştirdiğimde, benden keyiflisi de olmayacaktı.
'Keyif' kelimesi zihnimde dolaştığı gibi satıcının anlattığı hikaye, orada kendisi için bir yer buldu. Ben istemedim. Bir prensese hayat olacak kadar güneş ışığına sahipken; başka topraklarda çiçek açmasına sebep olmak istemedim. İstemedim ben, gündüz varken geceye sevdalı olmanızı istemedim...
'Siz Bayan Sızı, hangi topraklarda hüküm sürüyorsunuz? Ben uyuduktan sonra geceyle mi sözleşiyorsunuz? Odama geliyor musunuz hiç? Uykusuzluktan şikayetçi olurken, sabaha kadar kıpırtısız bir hâlde uyuyan bedenime gülüyor musunuz? Ne kadar yalancı bir adam olduğumu görüyor musunuz? Acı çektiğimi size her fırsatta göstermeye çalıştığımı fark ediyor musunuz?'
Galiba en kötüsü de artık kendimi bile kandırmaya çalışmam...
Hissettiğim bu vicdan azabının yoğunluğunu, acı çektiğime inanmaya çalışarak hafifletmeyi deniyorum. Uzun zaman sonra hayatımda her şey yerli yerinde diyebilmeye bile hakkım yok. Zira fark ettim ki, siz gittikten sonra bile canımı yakan ya da gündelik yaşantımın akışını değiştiren pek bir olay olmadı. Yine de bana biraz olsun inanmalısınız ki Bayan Sızı, artık ne eski haytalığımdan eser kaldı, ne de gözlerimde küçük bir ışık. Evet, her şey sarsılmaz bir düzen içinde yerli yerinde, lâkin kimsenin ruhuma el uzatıp beni değiştiremeyeceğini savunurken, beni kocaman bir adam hâline getirdiniz...
Siz... evet evet siz başka topraklarda soluk almaya devam eden Yasemin Hanım, beni dört duvar arasında yaşamaya razı kılarak hastalıklı bir adam gibi yatağa mahkûm ettiniz...
⭐️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntihar Mektupları - 2 [ Tamamlandı ]
Chick-Litİntihar Mektupları adlı kitabın ikinci serisidir. Olaylar birbirine bağlantılı olduğundan ilk kitabı okumadan, bunu okumamanız tavsiye edilir. Bu kez düşüncelerini, hislerini ve kendisini tam olarak asla tanıyamadığınız Bay K'nin zihnine konuk olaca...