X-9

90 11 4
                                    

Bugün yaptıklarım sizi epey şaşırtacak, Bayan Sızı. Öyleyse yeniden baştan başlamak gerek. Her şeyi size anlatmak için saatlerdir bu anı bekledim. Yalnız kaldığım gibi döküyorum içimdekileri...

İnsanlar günümü gün ettiğimi düşünürken, yaşadıklarımı bir ben bilirim. Kimse ne çektiğimi bilmese de annem artık durumun vahametini fark etmiş gibi dün gece odama geldi.

"Beni dinle, oraya gitmek tek çare."

Dakikalarca beni ikna etmek için uğraştı. Söylediğine göre tek-tük evlerin olduğu köyün birinde yaşlıca bir kadın yaşarmış. Doktorların çare bulamadığı bu hastalığa şifa verirmiş. Hem de bunu sadece konuşarak yaparmış!

Gitmek istemediğimi, odadan çıkacak mecalim olmadığını bir türlü anlatamadım. Ne yaşadığımı ben bile bilmezken gecenin yarısı karşıma dikilip;

"Ruhsal buhran! Endişe etmemek gerek, muhakkak her derdin bir devası vardır."

Dedi. Daha önce bu bunalıma yakalanan birkaç akrabamız oldu. O zamanlar beni ilgilendiren bir mevzu olmadığı için etkilenmedim. Şimdi düşününce, bunun ne tür bir hastalık olduğunu kavramak için durmadan aklımı yoruyordum. En son yakalanan akrabamızın; evde hiç durmadığını, sürekli mutsuz olduğunu ve duvarların üstüne geldiğini söylediğini hatırlıyorum. Benim durumum daha farklıydı. Aksine dışarı çıkmak ve bir insan yüzü bile görmek istemiyordum. Yatakla bütünleşerek sonsuz bir zaman uyumak istiyor, kafamı kaldıracak takati bulamıyordum.

Daha önce böyle bir şey yaşadığımı söylesem, yalan olur. Annem, bunun aleni bir durum olmaması için elinden geleni yapıyor. Kimse duymasın, kimse bilmesin; yoksa benimle evlenmek için inci gibi sıraya dizilen kızlar, kaçacak delik arayacak!

"O kızın ölümünde senin bir suçun yoktu. Ne yaşadıysa, kendi kendine yaşadı."

Baş ve işaret parmağımı şakaklarıma bastırıp birkaç kez masaj yapar gibi ovaladım. Bu konuyu daha kaç defa konuşacağımızı bilmiyordum.

"Daha fazla ısrarcı olursan bu bataklığa saplanıp kalacaksın."

Bataklık! Sanırım benim için en iyi tabir bu olurdu. Fakat annemin anlamadığı şuydu ki, ben ısrarcı falan değildim. Kim acı çekmeye razı olabilir ki? Hem buna bir tercih meselesi demek doğru olur mu?

"Öyleyse beni daha fazla kurtarmaya çalışmamayı denemelisin."

Gideceğini sandım. Kendi kendime konuşmaya o kadar alışmış ve öylesine sevmiştim ki, artık başkasına tek kelime etmek bile beni yoruyordu.

"Sen benim çocuğumsun, nasıl bir köşeye çekilip hâlini görmezden gelmemi beklersin?"

Sanırım kendime gelebilmem için bana verdiği süre o gece son bulmuştu. Artık bu işe el atmayı kendine hak görmüş gibi isteğini almadan gitmeyecekti.

"İstediğin yere geleceğimi söylesem beni rahat bırakacak mısın?"

Rahatladığını yüzünden anlayabiliyordum. Öylesine mutlu olmuştu ki, sabah kahvaltının ardından hemen yola koyulduk. Annem, bir fayton ayarladığını söylese de yol boyunca enerjimi yükseltmeye yönelik sohbetlerini dinlememek için atla onların arkasından gideceğimi söyledim. Önce bir bayır ve kırsal alanı geçtik. Ardından bir nehir karşıladı bizi. Orayı da geçtikten sonra hayvanların dinlenmesi için kısa bir mola verdik. Annem yanında bir arkadaşını ve kız kardeşimi de getirmişti. Onlar gölgede oturup bir şeyler atıştırırken, nehrin kenarına gidip elimi yüzümü yıkadım. Kasım'ın sonlarında olduğumuz için nehir, hırçın dalgalar hâlinde aşağılara doğru yol alıyordu. Aslında biriyle konuşmak değil de, saatlerce burada oturmak bana daha iyi gelebilirdi. Lâkin kimse, insanlara ihtiyacım olmadığını anlamıyordu.

İntihar Mektupları - 2 [ Tamamlandı ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin