"Çok yakışıklı olmuşsun" dedi kapının ardından annem.
"Bilemiyorum sence biraz abartılı olmamış mı?"
"Hayır kusursuz görünüyorsun!"
"Teşekkürler anne!"
"Bu okul senin için yeni bir başlangıç bunu iyi değerlendir." dedi babam.
"Evet biliyorum bu yüzden oldukça stresliyim."
"Stres yapma sadece kendin ol. Hazırlanman bittikten sonra aşağı in, seni yeni okuluna bırakayım."
"Ah benim tatlı, küçük Bora'm gidiyor. Seni çok özleyeceğiz."
"Sadece dört sene Anne. Tatillerde geleceğim. Büyü ve sihirleri öğrenmiş bir şekilde!"
"Büyüyü kötüye kullanmak yok!" dedi babam.
"Büyüyü kötüye kullanmak yok" diyerek babamı tekrarladım.
"Büyü demişken, az kalsın unutuyordum. Siz aşağı inin, size yetişirim." Dedi annem. Babam da kravatımı bağlamama yardım etti sonra da beraber aşağı indik. Tam o sırada Annem hızlı adımlarla yanıma geldi. Elinde çok şık bir kutu vardı.
"Bunu sana vermemin vakti geldi. Aile yadigarı, doğum gününde vermeyi planlıyordum. Ama okula gidiyorsun bu sene yanında olamayacağımız için bunu erken vermemde bir sakınca yok." Dedi Annem.
"O nedir Anne?"
Kutunun kapağını açtı bu bir kolyeydi. Kolyeyi zarifçe kutusundan çıkarıp boynuma taktı.
"Peki bu ne işe yarıyor?"
"Seni kötülüklerden koruyor!"
"Anne kuvars kentinin en prestijli ve korunaklı okuluna gidiyorum. Korunmaya ihtiyacım yok!" dedim. Sesimin tok çıkmasına özen göstererek.
"Biliyorum. Sadece senin için endişeleniyoruz bebeğim. Kolyeyi çıkarma bana söz ver!"
"Tamam söz!"
Elimle kolyeyi inceledim. Yedi farklı taşı, farklı bir enerjisi vardı.
"Hissettin öyle değil mi?"
"Neyi?"
"Biliyordum senin gibi öngörü yeteneği olan biri için mükemmel bir parça."
"Çoğu zaman işe yaramıyor!"
"Bora bu yüzden okula gidiyorsun, eğitimin için!" dedi Babam.
"Evet biliyorum."
Annem sıkıca sarıldı bana elleri neredeyse belimi kıracaktı.
"Anne daha fazla sarılırsak sanırım kuvars kentini göremeden öleceğim"
Babam bu espirime güldü ve elini tutmamı istedi.
"Okula el ele mi gideceğiz, ilk izlenimimin baba kuzusu olduğumu düşünmelerini istemem" dedim.
Annem gülerken göz yaşlarını sildi. Tanrım neden ağlıyordu ki, vedalardan nefret ediyorum!
"Işınlanarak gideceğiz."
"Nasıl yani, büyüyle mi, ilk defa büyü yapacağım."
"Sen yapmayacaksın, benim büyümle gideceğiz. Senin okul dışında büyü yapman yasak!"
"Sanki büyü yapmasını biliyorum. Öğretmediniz bile, tek kullanabildiğim şey öngörü yeteneğim!"
Bundan nefret ediyordum. Bana hiçbir zaman büyümü nasıl kullanacağım öğretilmedi. Altı yaşımda kazara evi yakarken bile gücümü nasıl kontrol edeceğimi öğretmeyi reddettiler, Sekiz yaşımda çatlak Kazım'ı büyümle bisikletinden düşürdüğümde, on yaşımda bir tırtılı jelibona çevirip yediğimde bile! Iyy o günü hatırladıkça kusasım geliyor. Ve on beş yaşımda, tanımadığım bir çocuğun erkek arkadaşını kaybettiğinde attığı çığlıklarını duyduğumda bile! Ki bundan onlara bahsetmedim çünkü yine bir şey yapmayacaklardı.
"Bunu daha sonra tartışırız, zaman daralıyor boyut kapısı kapanmak üzere bir şey düşünmemeye çalış. Zihnini boşalt." Dedi Babam.
"Pekala"
Babamla mor bir ışık tarafından yutuldum. Etraf karardı, başım döndü ve miden bulandı. Gözlerimi açtım ve çok ürkünç olan ıssız bir okula gelmiştik. Bu okul resmen terk edilmişti. Harabeye dönen okulun içine boydan boya ağaç dalları girmişti.
"Ne yani, bu harabede mi okuyacağım, yoksa gizli bir kapı falan mı var?"
"Böyle olmaması gerekiyordu. Sana bir şey düşünme demiştim Bora!"
"Ne diyebilirim ki, kafam tonlarca soruyla doluydu. Bir şey düşünmemek için ormanı düşündüm."
"Bir dahakine hiçbir şey düşünme lütfen, mümkünse ormanlarda dahil!"
"Mor ışıklı kıvılcımlar etrafımızı bir kez daha sardı. Işıklar geçtiğinde ise kendimi yerde istifra ederken buldum!"
"İyi misin oğlum?"
"İyiyim. Umarım doğru yere gelmişizdir bir ışınlanmayı daha kaldıramam!"
"Doğru yerdeyiz. Başını kaldır."
"Bunların hepsi yeni yetme duruyor. Hepsinin on altı yaşında olduğuna eminim!"
Babam göz ucuyla bana baktı.
"ne?"
"Sen de on altı yaşındasın."
"Beden olarak, ruhen onlardan daha büyüğüm. Geleceği göreceli görüp daha az hata yapıyorum. Bu da beni onlardan üstün kılıyor."
Dudağımın kenarını kıvırıp babama baktım.
"Tuhaf, geleceği göreceli görüp 'yeni yetme ergenlerin' burada olduğunu göremedin mi"
"Söyledim ya, bazen işe yarıyor!"
Bahçe çok kalabalıktı okul ise büyük, fazla büyüktü. Okulun disney şatosu gibi sütunları vardı. Ama kesinlikle penis yoktu. Bu çüksüz bir disney şatosuydu. Okulun arazisi oldukça geniş olmakla kalmayıp birden fazla aktiviteleri de vardı. Futbol, lakros, beyzbol ve mancınık o ne alaka çözemedim. Kesin kaybolacaktım. O an gözlerim şırıl şırıl akan nehre kenetlendi. Üvez ağacının altında, saatlerce oturup zaman gibi akıp giden nehrin sesini dinlediğimi işittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİMÜLASYON
Ciencia FicciónKuvars kentinin en iyi okulu. birinci sınıfların ve asilzadelerin okuduğu bu görkemli okulda her şey kusursuz değildi. okulun yönetimi değişir ve işler kontrolden çıkar. Ölüm oyunu başlar. Peki ölüm oyunundan kaçış mümkün müydü? bir sonraki leveli g...