Take me home

110 20 36
                                    





Gördüğü isimle kanı dondu. Bu şeyin arkasında ya da içinde, ne ya da nasıl bir şey olabileceğine dair bir fikri yoktu. Belki içinde başka biri vardı ya da sadece başka bir yerden ses geliyordu. Fakat o an onu yanlış çıkaran bir şey oldu, tekrar önündeki metal mahzenin içinden bir ses yükseldi.

Hemen birkaç adım geri çekilerek yavaşça yutkundu fakat bu sessiz yerde yutkunması o kadar sesli geldi ki ona, bir an içerdeki kişinin ya da varlığın duymasından korkmuştu.

Tekrar bir ses yükseldiğinde gözünü sıkı sıkı kapattı ve yumruklarını gerginlikle sıktı. Öne doğru bir adım attı. Önündeki mahzenin kapağını tutarak yavaşça kendine çekmeye çalıştı fakat titreyen ellerinden ne kadar becerebildiği acizdi.

Kendine yavaşça telkinler vererek, içinden sakinleşmek ve biraz da olsa korkusunu bastırabilmek için 10 a kadar sesli nefeslerle saymaya başladı.

Önündeki kapağı açmaya başladığında şimdilik göreceği şeyden haberi yoktu. Fakat görmeyi beklediği şey kesinlikle bembeyaz olmuş ten, bayık bakışlar ve ölüden farksız gözler değildi. 

Merak ettiği şey böyle bir yerde, diri bir adamın oranın içinde ne aradığıydı. Kafası karışmıştı. Bilerek mi konulmuştu? Yoksa öldüğü sanılıp yanlışlıkla mı koyulmuştu fakat düşündüğü şeyin imkansızlığıyla başını iki yana salladı, birini diri diri morga koyamazlardı böyle sorumsuz bir hatayı kimse yapamazdı. Hâlâ şoktan çıkamazken genç adamın uzandığı sedyeyi geri çekmeye başladı.

Dudaklarını araladı fakat diyebileceği bir şey olmadığını fark ettiğinde hemen kapattı. Karşısındaki adamın omzuna çekingence kollarını uzattığında parmaklarına nüfuz eden soğuklukla hızlıca çekti elini. Hemen etrafa göz atarak sıcak tutabilecek bir şey aradı. Gözleri aradığını bulamayınca masanın olduğu tarafa yöneldi ve dolapları karıştırmaya başladı. Aradığını bulduğunda koşarak adama yaklaştı ve üstündeki beyaz örtüyü çekerek vücuduna herhangi bir zararın gelip gelmediğine baktı.

Karnındaki dikiş izleri ve omzundaki yaralar dışında görünürde hiçbir şey yoktu. Birilerini çağırması gerektiği aklına dank edince yavaşça gözlerini kapatıp arkasına döndü, bir günü bile sorunsuz geçmiyordu. Fakat bu seferki diğerlerinden çok farklı bir boyuttaydı. Sonuçta herkes, her gün morgda diri birini bulmuyordu öyle değil mi?

Tam gideceği anda teninde hissettiği soğuk baskıyla durmak zorunda kaldı. Yavaşça arkasına döndü. Adamın yorgun bakışları ona dönmüştü, karşısındaki adam başını iki yana salladı sanki bunu yapmamasını söylercesine. Jungkook bir an neden böyle bir şey istediğini anlamadı. Karşısındaki adam konuşmaya çalıştı fakat günler sonra konuştuğu için sesi çok kısık ve boğuk çıkıyordu.

- G-gitme.
- N- ne, nereye gitmiyeyim?

Derin nefesler aldı ve dudaklarını araladı tekrar.

- S-sadece gitme. Kimseyi çağırma.

Neler olduğunu anlamadan, şaşkınlıkla karşısındaki yüze bakıyordu genç adam. Neden başkasını çağırmaması gerekiyordu? İyileşmesi için doktor çağırması gerekiyordu fakat karşısındaki adam yapma dediği için ne yapabileceğini şaşırmıştı.

Kolundaki el yavaşça tutuşunu bırakıp düşerken, ne olduğunu şaşırdı ve karşısındaki adamın yavaşça kapanan gözlerine baktı. Bayılmıştı. Tedirginlikle ne yapacağını şaşırdı ve hızla sağa sola bakmaya başladı. Köşede askılıkta duran hemşire kıyafetleri gözüne çarpmıştı hızlı adımlarla oraya ulaştı ve kendi üstündekileri çıkararak onları giymeye başladı.

Tişörtünü ve gömleğini hızla alarak adamın yanına gitti. Adamı oturur pozisyona getirmeye çalıştı, baygın olduğu için kolları zorlanıyordu. Sağ elini hafifçe sırtına koyarak diğer eliyle adamın başını tuttu herhangi bir zarar gelmeden kaldırmaya çalıştı. Yavaşça ilk önce tişörtü giydirdi, gömleği de giydirdikten sonra deri ceketi bacaklarına koydu. Adamın arkasına geçerek pantolonunu çıkarmaya başladı. O an nasıl bir durumda olduğunu bile sorgulayamıyordu.

KİLLJOY | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin