•••Başını hafifçe arkasına çevirdiğinde yavaş yavaş giden bilincini tutmaya çalışıyordu. Kapanan gözlerini açmaya zorladı ve görüş açısına giren simsiyah giyinmiş, taktığı kapüşonu ve maskeli adamla birlikte hafifçe yerinde titredi. Kendisine zarar verecekti ve giderek kapanan bilinci de ona hiç yardımcı olmuyordu. Ölümün kollarını açmış bir şekilde ona geldiğini görüyordu sanki. Belki en azından öbür tarafta mutlu olurdu. İçinden son kez Tanrıya dua ederek karanlığa teslim oldu.
•••
Sonu olmayan karanlık bir tünelde koşuyordu. Ters giden bir şeyler vardı. Kâbus olduğunu bilmesine rağmen kalkamıyordu. Zihni onu tehlike çanlarını sonuna kadar açmış bir şekilde uyarıyordu fakat o uyanamıyordu bile. Vücudu uyarılmış bir şekilde hafifçe tepkiler gösterse bile kendini uyandıramıyordu. Zihninin bir tarafı onu kâbusta tutmaya çalışıp onu orada tutarken diğer tarafı canla başla sahiplerini kurtarmak istercesine uyarılar gönderiyordu yorgun bedene.
Sonunda kendini zorlayıp açtığı gözlerini tekrar kapatmak zorunda kalmıştı. Aşırı parlak oda gözlerini kamaştırıyordu. Acıyan gözlerini alıştırmak için açıp kapattı. Gördüğü bembeyaz odayla olduğu yeri anlamıştı fakat beyni bunu reddetmek istercesine etrafta başka bir şeyler aramaya çalışıyordu. Her gün kâbus gördüğü için burada olduğunu dileyerek uyanmak istiyordu fakat her gün uyandığı bu bembeyaz oda, gerçekleri yüzüne vurmaktan çekinmiyordu.
Ayakları ve ellerini hareket ettiremiyordu. Öyle bir bağlanmıştı ki hareket ettikçe kolları ve uzuvları yerinden çıkacakmış gibi hissetmekten kendini alamıyordu. Çaresizce yerinde debelenmeyi bırakmıştı ve gözünü aşırı beyazlığından ağrıtan odaya bakıyordu. Bunu yapanın babasından başkası olmadığını biliyordu. Ona böyle bir kötülüğü yapıp peşine adam takacak tek kişi o mahluktu. Yine kendisinde nasıl bir kusur bulmuştu da akıl hastanesine kapattıracak kadar delirmişti? Olduğu bu bembeyaz oda onu daha da delirtmeye itiyordu. Akıl sağlığı yerinde olan birini bile çıldırtırdı bulunduğu yer ve o ne zamandır burada olduğunu bilmeden, kendini kaybetmemeye çalışarak bomboş uzanıyordu.
Sağ üst köşede olan kameranın her zaman açık olan o kırmızı sensörü hâlâ yanıp sönüyordu. Altları morarmış ve bitkin düşmüş gözleriyle, onları hiçbir pürüz bulunmayan duvara dikmişti. Sanırım deliriyordu. Çünkü yüzünde hissettiği bu amansız gülümseme birden ortaya çıkmıştı ve o buna engel olamıyordu.
Günlerdir ona verilen yüksek dozajlı ilaçlarla bu noktaya gelmesi şaşılacak değildi. Zihin bakımından temizdi her zaman, fakat o ilaçlar tertemiz birini de yokuş aşağı sürükleyip delirtebilirdi.
Ona bu yapılanları artık sorgulamayı bırakmıştı bile. Gelen yemekleri yedirir ilaçları da içmeyeceğini bildikleri için kandan verirlerdi.
O kadar çırpınmıştı ki başlarda genç adam, karşısındakiler asla onu dövmekten çekinmeyip yumruklarını ondan mahrum etmiyorlardı.
Ona yemek yediren, hemşire demeye yüzü yetmediği adam da zorla dokunmaya çalışıyordu zarif bedene. Onu sabit tutmak için tüm vücuduna dokunduğunu sanmıştı fakat hareketsiz durduğunda bile eli incecik bele uğramaya başladığında kendini uzak tutmaya başlamıştı.
Yavaş yavaş günden güne temasları artmaya yüz tutmuşken kolları ve ayakları bağlanmış olmasına rağmen bilekleri kanayana kadar ellerini çıkarmaya çalışıyordu. Attığı çığlıklar boğazının dokusunu mahvetmişti. Konuşmayı unutmuş olmuştu. Sadece ona yaklaşan birileri olduğunda çığlık çığlığa bağırmayı davranış edinmişti kendine Jungkook.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİLLJOY | taekook
FanfictionÖlenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir. #semetae #ukekook [ Hayran kurgu, gerilim, gizem]