Shadow

105 15 38
                                    







Koşuyordu. Uçsuz bucaksız, göz gözü görmeyen ormanda koşuyordu. Arada korkulu gözleriyle arkasına bakıp, birinin gelip gelmediğini kontrol etmek kalbinin deli gibi atmasına neden oluyordu. Tekrar önüne dönerek nefessiz kalacak kadar hızlı koşmaya başladı. İster istemez yorulan bedeni durmaya yüz tuttuğunda, aniden arkasından beline sarılan ellerle çığlık atmaya başlamıştı. Onu sıkı sıkı tutan kollardan kaçmaya çalışıyordu. Gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı. Her ne kadar kimsenin duymayacağını bilse bile haykırıyordu. Belki diğer insanlar sesini duymuyordu ama bir umut tanrıya yakarmaya başladı. " Lütfen, lütfen al canımı. Şu an, şu dakika kurtuluşum ol. " Her gece dua ettiği konu ölümü üzerine olurken, ölümün ne olduğunu bilmemesi gereken yaşta ölümü düşlüyordu. En acısıda tanrının bile ona yüz çevirmesiydi.

Anında yatağında kan ter içinde uyandığında, rüyasında gördüklerini sindirmeye çalışıyordu. Geçmişinden kesitler görüyordu ve sanki o anları tekrar tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordu. Yorganı hızla üstünden attı. Nefes nefese kaldığı için kuruyan boğazını komodinde duran suyu hızla içerek geçirmeye çalıştı. Yüzünde hâlâ gördüğü kâbus yüzünden duran mahmur ifadeyi silmeye çalıştı.

Yavaşça yorganını kaldırdı ve yatağından çıkarak çıplak ayağını zeminle buluşturdu. Birkaç saniye bekleyerek ayağa kalktı ve banyoya ilerledi. Üstündeki kıyafetleri hızla çıkararak duşa kabine ilerledi. Gördüğü kâbus yüzünden ter içinde kalmıştı ve bedeni yapış yapıştı. Hızla suyun derecesini bile ayarlamadan altına girdi ve bedenine nüfuz eden soğukluğa karşı hafifçe titredi.

Başından akan sular bedenini rahatlatıp hafif titretirken, rüyasında gördüklerini unutmaya çalışıyordu. Başını eğerek sağ kolunu duvara dayadı ve suyun ense tarafına çarpmasına izin verdi. Hafifçe yerinde dikeldiğinde önünde duran şampuanına uzandı. Dalgın bakışlarla eline dökerken ellerini saçlarına götürüp köpürtmeye başladı. Hafif koku genzini doldururken derin bir iç çekti. Saçını durulayıp duştan çıktı ve havluyu hızlı hareketlerle beline sardı.

Banyonun çıkışına yöneldi ve çıkarak, sol çaprazında kalan giyinme odasına yürüdü. Üstüne rahat kıyafetler alarak çıktı. Bir elinde havluyla saçını kurularken, odadan çıkmış alt kata yönelmişti. Merdivenleri hızla indi. Mutfağa yönelip hizmetlinin hazırladığı kahvaltıya baktı. Masaya ilerleyip ağzına birkaç salatalık attı ve mutfaktan çıktı.

Salonda onu bekleyen Namjoon ve diğerlerine baktı. Hem dinlenmeye ihtiyacı vardı hem de plan yapmaları gerekiyordu.

Koltuklardan tekli olanın üstüne bedenini bıraktı. Biraz düşündükten sonra dudaklarını aralayıp konuştu.

- Bir yerden başlamamız gerekiyor artık değil mi?

Herkes kafasını salladığında lafa girmek için derin bir nefes alıp, cümlesine başladı.

- Bağ evine yalnız gittiğim günü hatırlıyorsunuz değil mi?

Onay beklemeden cümlesine devam etti.

- Yanıma genelde o gün kimseyi almam ve evdeki hizmetçi dışında kimse olmaz. Evi korumak içinde kimseyi getirtmem. Yıllardır bu böyleydi. O gün nasıl olmuşsa Joohyun öğrenmiş. Biz dışında kimse bilmediği için diğer adamlardan şüphelendim. Ki o gün gittiğimde ani bir karar olduğu için, size bile söylememiştim.

Namjoon başını sallayarak onayladı.

- Bizde kaybolduğunu birkaç gün sonra oraya geldiğimizde öğrenmiştik. Bazen telefonlarını kapatıyordun ama bu sefer ki sadece farklı bir his uyandırmıştı bizde. Geldiğimizde senden iz yoktu. Yediğin yemekler masanın üzerinde hala duruyordu. Yemeklerin bayatlama derecesine bakarak birkaç gündür kayıp olduğunu anlamıştık.

KİLLJOY | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin