2

7.7K 558 104
                                    

Uyandığımda saat 6:30'du hemen kalkıp üstümü başımı birazda olsa düzelttim.

Mağaradan çıktığımda, Eylem için herşeyin tamamlanmış olduğunu gördüm. Şiyarın mağarasına geldiğimde, göz devirip kapıyı tıklattım.

"Gel" demesiyle "Sokuk" diye mırıldanıp içeriye girdim.

"Günaydın Hevi'm" dedi. Ne kadar göz devirmek istesemde "Günaydın Şiyar, eylem için baya heyecanlıyım." dedim.

Keyifle gülüp "Senmi? Benmi? Hevi'm" dedi. Götüne G3 sokacağım Şiyarcım sence kim daha heyecanlı?

"Ne zaman gidiyoruz?" diye konuyu başka yere çektim.

"Şimdi." demesiyle afalladım. Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.

"Hadi git hazırlan seni bekliyorlar."

"Tamamdır Şiyar." diyerek mağaradan çıktım ve kendi mağarama yürüyemeye başladım. Kapıyı kitleyip yine duvarları kontrol ettim. Sorun olmayınca, telsizi sakladığım yerden çıkarttım ve Generalle iletişime geçtim.

Telsizden ses gelince "Üsteğmen Birçe Başat, Tümgeneral Fedai Korkmaz'a bağla hemen."

Karşıdan, "Emredersiniz komutanım." sesi geldi ve bir kaç hışırtı.

"Dinliyorum Üsteğmenim." dedi yorgun bir sesle.

"Hazırlıklar tamam komutanım şimdi yola çıkıyoruz, tahminen 3 veya 4 saat sonra eylem yerinde olacağız. Daha da erken gelebiliriz, güvenlik için askerleri şuan yerleştirmeniz daha doğru olur." dedim.

"Tamam üsteğmen, zaten çoktan yerlerindeler aslanlar. Gelecekleri varsa görecekleri de var." dedi sonlara doğru sertleşen ses tonuyla. ASLAN KOMUTANIM BENİM BEE

"Gitmem lazım komutanım, Allah'a emanet." diyip kestim bağlantıyı.

Dışarı çıkıp benim için olan arabaya doğru yürümeye başladım.

Şiyar arkamdan bağırdı; "Şeytanınız bol olsun Hevi'm." Senide sikeyim şeytanı da.

Arkamı dönüp "Sana mükemmel görüntüler sunacağım Şiyar. Bu hediyemi unutma." dedim ve arabaya bindim.

2 SAAT SONRA

Hâlâ varmamıştık alana, sanırım bir yarım saat daha vardı.

Birden gelen silah sesleri ve konvoyun durması ile, bir şeylerin ters gittiğini anladım. Şu an  zamanı değildi, daha vardı.

Yanımda oturan itin, 'BASKIN' diye bağırması ile gözlerimi devirdim.

Sen demesen farketmeyecektik, aptal.

Arabadan inip, kapıyı kendime siper ettim ve mermilerin nereden geldiğini hesaplamaya çalıştım.

Sadece bir yerden değil, her yerden sıkıyorlardı.

Aslanlarım turan taktiği uyguluyorlardı herhalde.

Görev iptal olduğuna göre, dağlarda hâlâ işim bitmemişti. Biraz daha buralardaydım, benim için büyük bir zevkti.

Mermilerin geldiği yöne doğru temkinlice ateş etmeye başladım. İnşallah yanlışlıkla birisini vurmazdım. Arada farkettirmeden itlerden bir kaç tanesine sıkıyordum.

Şimdiden 15-20 it ölmüştü bile. Görevi riske atamazdım, birazdan hepsinin öleceği belliydi.

Kapının arkasından çıkıp, arabanın arkasına doğru yavaş ve temkinli adımlar ile ilerledim. Arabanın bagaj kapağını açıp, yolda lazım olacak bir kaç mühimmat alıp büyük adımlarlar atarak
en yakınımda ki büyük kayaya doğru koşmaya başladım.

Sonunda kayaya ulaşınca tam arkasına geçerken, bacağımda oluşan sızıyla ağzımdan küçük bir inleme kaçtı.

Bana değil, o itlere sıksanıza kurban olduklarım.

Bacağımı tutup zar zor kayanın arkasına yerleşince, gereğinden fazla acıyan bacağıma baktım.

Kan ve pantolonun kumaşından yara gözükmüyordu. Pantolonun bir kısmını yırtıp yaraya baktım. Kurşun içerde değildi, sadece biraz fazla derin sıyırmıştı.

Yırttığım pantolonun kumaşını alıp, yarayı kanamayı azaltacak kadar sertçe bağladım. Burdan hemen tüymem lazımdı.

Mühimmat dolu sırt çantamı sırtıma takıp, ayağa kalktım ve yaramın izin verdiği kadarıyla büyük ve hızlı adımlarla koşmaya başladım.

Her adımım da yara daha çok açılıyordu ve kanıyordu. Ama şu an bunu sikime bile takamazdım.

Eğer yakalanırsam, ölürdüm. Kimliğimi izin olmadan ölüm tehlikem olsa bile askerlere açıklayamazdım. Ve büyük ihtimalle benimde kafama sıkacaklardı.

Çatışma alanından, silah seslerinin boğuk geleceği kadar uzaklaşmıştım. Ama yeterli değildi, kampa ulaşmalıydım.

Kan kaybından başım dönüyordu, adımlarımı zar zor ilerletiyordum.

Artık cidden zor dayanıyordum, her an bayılabilirdim. Birden saçımdan tutulup arkaya doğru çekilmem ile sırt üstü yere düştüm.

Sanırım yakalandık.

O kadar sert çekmişti ki, başımın dönmesi bir nebze olsun geçmişti.

"Nereye bakalım itlerin başı."

Baş ucumdan gelen sert ses ile kapalı olan gözlerimi açtım.

Gözlerimin ilk gördüğü şey, bir çift kara göz idi.

Yüzünde siyah kar maskesi vardı ve sadece gözleri açıktaydı.

"Cevap ver, küçük sıçan."

Saçlarımı hala çekiyordu, bu artık sinirimi bozmuştu iyice.

"Saçlarımı bırak!" dedim hırlar gibi çıkan sesim ile. Bayılacak kıvama gelmiş olmasaydım, o'na haddini bildirirdim fakat gözlerimi bile zar zor açıyordum. Sanırım beş dakikaya bayılacaktım.

Sert ifadesini bozmadan, saçlarımı iyice kavradı ve daha sert bir şekilde arkaya doğru kıvırdı.

İnlememek için kendimi zor tutuyordum, saçlarım en hassas noktamdı. Dua etsin ki yaralıydım.

Bakışmamızı bölen şey bilincimin kapanması oldu.

—————————

diğer bölüm güzel olmamıştı la böyle karşılaşsınlar🤪🤪

DAĞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin