Yarbayın yanımızdan gitmesi ile, Alparslan time dönüp, "Üstünüzü değiştirip eve gidin beyler, benim burda bir kaç işim daha var." dedi ve yanıma yaklaşıp kolumu tuttu.
Kol fetişin mi var ne amk.
Gözlerimi devirip arkasından yürümeye başladım. Daha doğrusu o beni sürüklüyordu.
Bir Teğmenin yanına geldiğimizde, Alparslan "Aslanım, şu iti sorgu odasına götür. Hazır beklesin." dedi ve yüzüme bakmadan yanımızdan çekip gitti.
Onun arkasından 'Ne bu tripler?' bakışı atarken, Teğmenin kolumu sertçe tutup yürütmesi ile kendime geldim.
Sonunda sorgu odasına geldiğimizde, Teğmen beni içeri çöp fırlatırcasına fırlatıp, kapıyı üstüme kitledi. Ayak seslerinden gittiğini anladım.
Lan bir kimliğimi açığa çıkarayım size neler yapacağım ben.
Sinirle duvara yumruk atıp, loş odanın ortasında olan siyah sandalyeye gidip oturdum.
Canım fena halde sıkılmıştı. Bu oyunun bir an önce bitmesini istiyordum. 🪖
Aradan 43 dakika geçmişti, fakat hala gelen giden yoktu. İşi iyice uzatıyorlardı, geleceksen gel işte kardeşim.
Sinirden kendime bir tokat daha attıktan sonra, kapıdan ayak sesleri duyuldu.
Kapının açılması ile, başımı kaldırıp gelene baktım. Alparslandı gelen.
Başıma musallat ettiler şunu, iyice sinirleniyordum artık ama yapacak birşey yoktu. Kimliğimi söyleyemezdim.
Baygın bakışlarımı üstüne yollarken, ağzını açıp konuşmaya başladı. "Fazla bekletmedim umarım? İtçik."
Damarıma basmaya çalışıyordu fakat, ben üstüme bile alınmıyordum. Yanlış yoldaydı.
"Anlat bakalım kimsin, necisin? Başın kim? O kadar adamla nereye, ne yapmaya gidiyordun?"
Hâlâ tek kelime etmemiştim, karargaha geldiğiminden beri.
"Konuşsana, korkudan dilinimi yuttun yoksa?"
Önümde durup ellerini arkada bağladı ve bana üstten bakmaya başladı. Üstünlük kurmaya çalışıyordu, fakat konuşmayacaktım. Boş üstünlük çabalarıydı bunlar.
"Anlaşıldı. Sen böyle güzellikle konuşmayacaksın, ben konuşturmasını bilirim." diyip üstüme doğru eğildi ve ellerini bacaklarımın üstüne koydu.
Sol eliyle, bacağımda ki yarayı avuçlayıp sıktı. Yüzümde acıya dair, hiç bir mimik yoktu. Sadece yüzüne dik dik bakıyordum.
Eli ağırdı, verdiği acı yok sayılacak birşey değildi fakat, beni de henüz tanımıyordu. Acıdan ölürdüm ama acımı belli etmezdim.
Ellerini hızla bacaklarımdan çekti ve, yüzüme bir yumruk attı. Ağzıma gelen kan tadı, dudağımın patladığının habercisiydi.
"Ee konuşacak mısın? Yoksa hâlâ direnmeye devam mı edeceksin?" dedi alayla.
Yarım ağız sırıtıp, "Devam edeceğim, sıkıysa konuştur." diyip göz kırptım.
Sonunda ağzımı açıp konuştuğum için sırıtıp, yüzüme bir yumruk daha vurdu.
"Sen bilirsin."
Bu sözden sonrası dayak oldu.
23 Dakikadır beni pataklıyordu fakat, umurumda bile değildi. İstediği kadar vursundu, konuşmayacaktım işte.
Birden kapının açılması ile, ikimiz de başımızı kapıya doğru çevirdik.
Geleni tanıyordum, daha önce tanıştığım Tümgeneral Osman Korkmaz idi gelen. Yanında da postası.
Sanırım sonunda bitmişti, bu can sıkıcı oyun.
General yanımıza gelip, Alparslanın yakamı tutan elini tutup aşağı indirdi.
"Sakin ol Yüzbaşı, bilmediğin şeyler var." diyip bakışlarını bana yönlendirdi.
Gülümseyip, "Sağolun komutanım, pek hoşbulmadım ama olsun." diyip kısa bir aralıkla Alparslana baktım.
Alparslan ise, ne olduğunu anlamak istercesine bizi izliyordu.
Osman komutanım, ellerini omuzlarımdan çekti ve karşımda durup ellerini arkasında bağladı.
"Tekmil ver asker!"
Hazır ola durup, "Üsteğmen Birçe Başat/Şanlıurfa Emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım." dedim hafif sesimi yükselterek.
"Tekrar hoşgeldin evladım. Çocuklar sana odanı gösterecek, üstüne başına çekidüzen verip odama gel." diyip postallarının çıkardığı sert sesler ile yanımızdan ayrıldı..
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.