"Ahh!"
- 🗝 -
Klon Hyunjin'in geriye doğru sendelemesiyle hemen elini onun omzuna koydu klon Felix ve sordu. "İyi misin?"
Klon Hyunjin nefes aldı. Ardından "ben iyiyim ama..." derken yere düştü. Ardından klon Felix müziği bastırırca bağırdı. "Işıkları yakın! Biri yaralandı!"
Müzik susmuş ve ışıklar açılmıştı. Karşılaştıkları manzara bir an herkesin suspus olmasına yol açmıştı. Diğer insanlar karşı karşıya olan bu iki çiftin tıpa tıp birbirlerine benzemesine şaşırıyordu. Ama diğerleri klon Hyunjin'in kollarının arasında bir gencin olmasına bu kadar şaşırmıştı. Bu sıska, uzun boylu genç Jooyeon'du.
Klon Hyunjin ve gerçek Hyunjin de çok şaşkındı çünkü işin aslı hiç biri bilmese de Jooyeon da buradaydı, her şeyi uzaktan görmüş ve bıçaklanmadan önce babasının önüne geçmişti. Her şeyi uzaktan gördüğüne göre işleri kolaylaştırıp gerçek Hyunjin'e de zarar verebilirdi ama o yalnızca kendini siper etmeyi seçmişti.
"Jooyeon?" Sonunda sessizliği Felix bozdu, aynı zamanda güvenlikler de yaklaşıyordu. Bu yüzden gerçek Hyunjin sevgilisinin elini sıkıca tuttu ve çıkışa koştu. Ardından fazla insan kalabalığının olduğu sokaklarda koşturup bulduğu boş bir taksiye bindi.
"Ama Jooyeon... neden kaçtık?" Felix'in arkasına tedirgince dönerek sorduğu soruyla Hyunjin kanlı ellerini gömleğinin kollarına gizlerken yanıtladı. "Orada kalamazdık, en azından şimdilik. Şuandan itibaren hazırlıklı olamayız. Söz veriyorum, ortalık durulur durulmaz ona bakmaya gideceğiz."
"Onu gördün mü? Ölmez... değil mi?"
"Saçmalama Lix. Elbette onu görmedim. Görsem yapar mıydım? O babasını karşısına aldı beni kurtarmak uğruna." Dedi Hyunjin. Ancak Felix kendi düşünceleri yüzünden çoktan dolmuş gibiydi. Sesi titrerken başını cama yasladı ve sordu sessizce. "İnsan olmak uğruna bu kadar vahşileşmeye hakkımız var mı?"
-
"Hyunjin, ellerini yıkayalım hadi. Jooyeon'u böyle mi bekleyeceksin?" Diye sordu klon Felix bir süredir sessizce yere bakan klon Hyunjin'e. Ancak Hyunjin bir cevap vermedi.Onun bu sessizliği Felix'i daha da endişelendiriyordu. Arkasına yaslandı ve dizlerini kendine çekip başını dizlerinin üzerine koydu.
Hyunjin yavaş yavaş gevşettiği yumruğunu oturduğu koltuğun demirine vurdu. Her vuruşunda vurgulamaya devam etti. "Korkma Felix... onu öldüreceğim... sevgilisini de... daha fazla izin veremem... hayır.... mutlaka hayatta kalan biz olacağız.... tamam mı?"
"Artık bunu istemiyorum." Felix'in ağlamak üzereyken söylediği şeyle gözlerini ona çevirdi Hyunjin ve sordu. "Neyi?"
"Onları öldürmek istemiyorum."
"Ne demek onları öldürmek istemiyorum? Sıkıldın mı Felix?"
"Hayır-" Felix ona düzgün bir bahane sunacaktı ama Hyunjin öfkesine hakim olamayıp bağırmaya başladı. "Öldürmek zorundayız! Görmüyor musun? Onlar ve biz bir arada paylaşamayız bu dünyayı. Sen mi ölmek istiyorsun? O zaman bırakalım, ne halt yemeye yaşadık bunca zaman?!"
Onun bu sert tavrı Felix'i cesaretlendirmişti. Yerinden kalktı ve ameliyathaneyi işaret ederek bağırdı. "İçeride yatan senin oğlun Hyunjin! İnsan gözüyle bakmayı dene, siktir et bizi. Birbirimizi seviyoruz, Jooyeon'u çok seviyorsun, bu yüzden ölmek değil yaşamak istiyorsun. Onlar da öyle, farksız. İnsanca düşündüğünde kendin yaşamak için başkasını öldürmek anca hayvanların yapacağı şey. Bir de bu bedende emanet olduğumuz gerçeği var tabii. Hepimiz yaşamak istiyoruz Hyunjin, ama biz onların hayatını çalarak, onlarınsa hiç bir suçu yok aslında."