Sabah erken kalmayacağını düşünüyordum ama annem yatağımın başında gülümseyerek uyanmamı söylüyordu. Saat daha sabahın sekiziydi. Neden? diye sordum.
- Baban bizi antik kente götürecekmiş, ne zamandır oraya gitmek istiyordun.Bu sanırım bir özür dileme şekliydi. Hiç birşey olmamış gibi yapacaktı sanırım. Anneme giyineceğimi söyledim ve odadan çıktı. Dolaptan üstüme rahat bir şeyler aldım. İçimden babama kızmak bile gelmiyordu zaten. En iyisi bugün eğlenmeye çalışıp, dünün unutulmasıydı. Yani unutmuş gibi yapmaktı.
Evde genelde kendimizi kandırırdık, bu genel birşeydi zaten. Kimse bir biriyle dertleşmiyor, sanki her şey harikaymış gibi yapıyorduk.
Kapının tıklarılmasıyla bu düşüncelerimden sıyrılıdım. Annem beni çağrıyordu. Saçımı bağlayıp mutfağa indim. Babam çoktan hazırdı. Bende karşısına oturdum. Birşeyler atıştırdım, tam ayağa kalkacakken konuşmaya başladı:
- Bana kızgın mısın ?
- Hayır.
- İyi, öyleyse arabaya in annen çoktan inmiştir.Annemin yanına gittim ve arabaya bindim. Babam da biraz sonra geldi. Annem çantasını evde unutmuştu. Onu almak için yukarıya çıktı. Babam o gidince konuşmaya başladı;
- Bu aralar biraz gerginim. İyi bir baba olmaya çalışıyorum. Beni anlamanı istiyorum.
Onayladığımı belirterek baş salladım.
Annem geldi ve arabaya bindi. Araba yolculukları hoşuma gidiyordu, rahatlıyordum. Bir de kulaklığımdan güzel bir müzik açarsam harika olurdu ama kulaklığım yanımda yoktu. Arkama yaslanıp biraz dinlendim.
On beş dakika sonra varmıştık. Arabadan inip Antik kente doğru yürüdük. Annem gayet mutluydu, ailecek bir şeyler yapmaya bayılırdı. Babam önceden biletleri almıştı. Anneme biraz kendi başıma yürümek istediğimi söyledim ve arka tarafa doğru yürüdüm.
Havada serin bir rüzgar vardı. Tarihi yerler zaten hep ilgimi çekmiştir. Oymalar çok ince yapılmıştı. Taşlar ve sütunlar çok ağır gözüküyodu. Onları buraya taşımak zor olsa gerek. Koridora benzer bir yerden geçiyordum. Çok az ışık vardı ama buraların duvarları daha büyüleyiciydi. Desenler resmen hareket ediyordu.
Gözüme birden yanımda duran melek heykeli çarptı. Parmağıyla bir yeri işaret ediyordu, "boşluğu" ve yüzünde korkan, acı bir ifade vardı.
Etrafa baktım, kimse yoktu, meleğin parmağına doğru uzandım ve hafifçe kavradım. Tutmamla beraber aşağıya doğru indi. Yer birden altımdan kaymaya başladı. Sanırım bir delik açılıyordu. Kaçmaya fırsat bulamadan kendimi birden boşlukta buldum, düşüyordum. Bitmeyen dipsiz bir kuyu gibiydi.
İçine düştüğüm boşluk benim düşmemle kapandı. Yere ulaştığımda büyük ihtimalle paramparça olurdum. O yüzden düşmenin tadını çıkarmalıydım. Soğuk, yüzüme vuruyordu, saçlarım uçuşuyordu. Belki de bunlar son saniyelerimdi.
Etrafımda kaynağını göremediğim ışıklar yanıp sönüyordu. Bazı uğultular duyuyordum. Birileri konuşuyordu sanki ama hiç anlaşılmıyordu.
Yine herşeyi mahvetmiştim. Meselâ annemin aile gününü, babamın hafta sonunu, polislerin öğle arasını, müze sahibinin işini, turistlerin huzurunu...
Sanırım öldüğüm zaman bu dipsiz çukurda kimse beni bulamayacaktı. Yokluğum çok hissedilmezdi sanırım.Seher geldi birden aklıma, birazdan ölecektim ama şuan aklımda beni sadece arkadaşlarıyla dedikodu yapmaya değecek biri olarak gören Seher vardı.
Sesler artıyordu. Sanki büyük bir toplantı gibi bir çok farklı ses çıkıyordu. Işıklar artıyor ama bulanıklaşıyordu. Bilincim zayıflıyordu, gözlerim kararıyor ve sonrası karanlık...
Biraz beklettim ama beğeneceğinizi umuyorum. Yorumlarınızı bekliyorum. ♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HANGİMİZ GERÇEK
FantasyArzu genelde yalnız bir kızdır.Doğum gününde babasıyla yaşadığı gerginlik yüzünden babası gerginliği dağıtmak adına kızını ve eşini Antik kente geziye götürür. Arzu Antik kentte gizemli bir şeyler farkeder. Bu merakı onu nereye götürecek ?