13.09.2022
Bana bakmıyor, bakmak istemiyor çünkü. Baksa bile görmüyordu hissettiklerimi. Ne düşündüğümü, neden burada olduğumu, kalmak için ne kadar savaştığımı, yara bere içinde kalan dizlerime çöküp yalvarmaya ne denli hazır olduğumu ondan kapabileceğim tek bir bakış için, Kang Taehyun, bütün bunları bilmek için bana bakmıyordu. Bakmazdı. Ben, ve ben ise, kapıyı vurup çıkarken bir daha geri gelmeyeceğini bildiğim babam gibi beklerdim Taehyun'ın gelmesini. Onun kendime ev bildiğim öfkesi benim kendi mutluluğumu enkaza her çevirişinde de biliyordum, gelmezdi. Gelmeyecekti. Kang Taehyun, ben onu 15 yaşında öldürdüğümden beri aynıydı. Ve bazen, Kallisto'da ölüler de nefes alırdı.
Oturduğum kaldırımdaki irislerim caddenin bitişine kaydı, onu bekliyordum. Bekliyordum çünkü Kang Taehyun vardı, baktığım her yerde; havada, suda, karada ve bende, Kang Taehyun bendeydi en çok. Benden gitmezdi o, aklımdan çıkmaz ve tek bir saniye kalbimi ağrıtmaktan vazgeçmezdi. Çünkü Taehyun nefret kokar, bana bakarken silinmezdi yüzündeki iğrenti. Yok, derdi bana alev alan irisleri; hayatımda sana yer yok. Ne zamandan beri böyleydi bu? Onun canını yaktığımdan, Taehyun bana, "Benim ölümümün tek suçlusu sensin." diye bir hışımla bağırdığından ve avuçlarım arasında kırık bir kalpten başka hiçbir şey bırakmadığından beri miydi bilmiyorum fakat Taehyun'ı uzun bir süredir yalnızca seyrediyordum. Beni gördüğü zaman kırıcı şeyler söyler, ağzımı açmam. Bana bağırır, siktir olup gitmemi söyler, arkama dönmem bile. Yalnızca durup izlemeye devam ederim onu böyle, sessizce. Bu yüzden daha çok nefret eder benden.
"Yine ne yapıyorsun burada? Herkes seni bekliyor."
Soobin'in sakin sesiyle başımı kaldırıp yüzüne baktım. İfadesiz bir şekilde bakıyor, irisleri gözlerim ve saçlarım arasında turluyordu. Choi Soobin. Sarı perçemleri gözlerini örtmüş, ay tenine sinen gülümsemesi Güneş tutulmasını anımsatırdı bana. Sıcak bir gülüşü vardı çünkü. Ay teninde sıcak bir gülümseme, Güneş tutulması. Benim en yakın arkadaşım, Kallisto'da sahip olduğum en değerli, gitmesin diye avuçlarım arasında sıkıca tutmak zorunda kalmadığım, çünkü biliyordum her zaman yanımda olacağını, tek insandı Choi Soobin. Benim acılarım onundu, onunkiler benim. Beraber yüzleşeceğimize söz verdiğimiz bütün gerçeklerin arasından yine o sıyırdı beni, kaybolmak istedim; izin vermedi, sıkıca tuttu. Gidemezsin dedi, verdiğimiz sözü tutmazsan eğer, olur da tutmazsan; gitmeyeyim diye avuçların arasında sıkıca tutmak zorunda kalacağın birine bürünürüm dedi, kabul ettim. Gitmedim. Soobin'di, Choi Soobin, en yakın arkadaşım.
"Tam da kalkmak üzereydim." Dedim ona hafifçe tebessüm etmeye çalışarak. "Aynen götüm. Yine Taehyun'ı bekliyorsun." Omuz silkip kaldırımda duran çantamı taktım omzuma. "Yani?"
"Yanisi, herif hayatının ortasına sıçmış sen hâlâ onu düşünmeden duramıyorsun." Soobin'in dilinden dökülen sözcükler durdurdu adımlarımı, öfkelendim. En çok gerçekler öfkelendirmez miydi insanı? Duymak istemiyordu, ama biliyor içten içe gerçek olduğunu, kabul etmek istemediği o doğruların yüzüne bir hışımla vurulduğunu, her şeyin farkındaydı fakat yine de kabul etmiyordu insanoğlu. Acıydı. Çok yakıyordu. Gerçekler beni mahvediyordu."Bir şey bildiğin yok."
Soobin cevap vermedi, benim huysuzca konuşmama karşılık olarak yalnızca yanımda dikilip bir süre yürüdü benimle, çoğu zaman dönüp cadde bitişine baktım. Sonra çantamın kayışlarıyla oynayıp düşündüm, düşüncelerime tercüman olan arkadaşım Soobin'i görmezden gelmeye çalışarak yürüdüm. Bütün hayatım böyle geçiyordu, yürüyordum yalnızca. Boş bir yolda, hiçbir fikir sahibi olmadan, bir amacım veya sebebim yokken, durmadan yürüyordum. Ne zaman duracaktım? Birinin beni tutup çekmesini mi bekliyordum, yoksa o bekleyişlerimin sebebi bana ölümü tattıracak olan oğlan mıydı? Her şekilde, kısa sürmeliydi. O gün ben de onunla beraber ölmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
merkür'ün ardındakiler 𐦍 taegyu
Fanfiction✧ İstediğimde benim ol Choi, istemediğimi anla. Çünkü bu sana son seslenişim.