20.09.2022
Bin derdime bir deva olanın içine zehri katanın vanilya aroması dudaklarımda, sanki bir asır geçmiş de dinmiş öfkesi; öyle sükûnetli. Savaşım onun ayaz gözleriyle değilmiş gibi bakıyor bana. Bir yapbozun bin kayıp parçasını bulmuşum gibi; sadece yaralı, küçük bir çocuk olan benim avuçlarım arasına sıkıştırmış parçaları. Evin yolunu bulmuşum, evim onun vanilyasıymış.
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum, Kang'ın ellerinin değdiği her yer; beni öptüğü her yerim, her zerrem, ne zamandan beri vanilyası dudaklarımdaydı? Yatağında oturuyor, kucağında oturuyorum. Elleri belimde, ellerim ellerinde. Beni kendine her bastırışında dudaklarım arasında duran dudaklarını kanatıyorum, sonra soluklanmak için geri çekiliyor; yüzündeki gülümseme ve bitmek bilmeyen arzusuyla gözlerinde, bana bakıyordu.
"Kıyafetlerini çıkar." Diye fısıldadı, tam o vakitti benim baygın bakışlarımın onun dudaklarından irislerine tırmandığı zaman. Yatakta geriye eğildi, dirsekleri üzerinde bakarken bana emindim artık, canımı nasıl yakacağını en iyi Kang Taehyun biliyordu. Kucağında tıpkı annemin bahsettiği o yaralı ve küçük çocuk gibi oturuyordum şimdi, dudaklarımı ısırıyordum. Nasıl bir etkiydi bu? Onun bendeki kelebek etkisi sanki, tek bir kısa bakışı kalbimde belki bir asır geçmeyecek bir çırpıntıya sebep oluyor.
Üzerimdeki tişörtü çıkardım. Yavaştım, onun irisleri karnımda dolanırken benim titrek ellerim oldukça yavaş bir şekilde pantolonumun düğmelerine ulaştı. Bedenimde dolanan kısık bakışları öyle yoğundu ki, ne düşündüğünü anlamak için çabalamam gerekmiyordu Kang bana bu şekilde bakarken. "Seni uzun bir zamandır bekliyorum." Diyordu, tıpkı ayaz gözlerinin fısıltısı gibi, seni bekliyorum diyor. Sonra yerinde doğruldu, yatakta duran elleri pantolonumun düğmesindeki parmaklarımı kavrarken gülümsedi. Ellerimi kendi omuzlarına çıkarırken Kang Taehyun, kasıklarımı usulca tutan elleriyle sırt üstü yatırdığında beni yatağa, nefesimi tuttum.
Yukarıdan bakıyordu bana, biliyordu. Onun bana istediği her şeyi yapmasına izin vereceğimi biliyordu ve beni ne yaşatıyor ne de öldürüyordu. Arafta bırakmış, ince bir çizgi, üzerindeyim şimdi. Yürüsem düşeceğim, biliyorum, durup beklesem hiç sonu gelmeyecek. Bacaklarımın üzerinde otururken sanki elleri sihirli bir değnek, belimden kasıklarıma doğru sürtündüğünde niçin Kallisto'da kaldığımı hatırlatıyor bana. Buradan onun yüzünden gidemediğimi biliyor. Parmakları pantolonumun düğmelerini çözerken sıklaşan soluklarım göğsümün hızla kalkıp inmesine sebep oluyordu. Ara sıra göz ucuyla bana bakıyor, irisleri bütün çıplaklığıma kavuşmak üzereyken titriyorlardı. Tenime her değişinde tüylerimi diken diken ediyordu üzerimdeki varlığı.
"Beomgyu."
Sesi, şeytanın fısıltısı, Kang Taehyun; her anımı, her yaramı, Kallisto'da ayak bastığım her yeri bilen adam. Adımı söylerken pantolonumun yavaşça bacaklarımdan aşağı kaydığını hissettim, bakmak istemedim. Biliyordum, bakarsam o kazanacaktı yine. Gözlerimi sıkıca kapatırken onun soğuk, uzun parmakları ateşe verdi bedenimi, kasıklarımda turlayan elleri sonunda bütün çıplaklığımla buluştuğunda, Kang Taehyun yüzünde memnun bir gülümseme ile baktığında bana, "Gözlerini aç." dedi. "Bana bak. Bak ve gör, artık Kallisto'da her anını bilenin yalnızca ben olduğumu anla."
Titrek nefeslerim göz kapaklarımın aralanmasıyla yavaşladı, dizlerimin üzerinde oturan Kang'ın çıplak göğsüyle buluştu gözlerim. Kusursuzdu, Kang Taehyun bir Tanrı değildi belki fakat ona inanmak çok basitti. Sizi tek bir bakışıyla kandırabilir, bana tek bir gülümsemesiyle her şeyi yaptırabilirdi. Yapardım. Parmakları vücudumun her kıvrımında dolanırken, benim Kallisto'daki herkesten gizlediğim saklı kutumun anahtarının tek sahibi açarken onu; Kang Taehyun bana öl dese ölürdüm o gece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
merkür'ün ardındakiler 𐦍 taegyu
Fanfiction✧ İstediğimde benim ol Choi, istemediğimi anla. Çünkü bu sana son seslenişim.