bazen dünya omuzlarımda gibi

854 130 58
                                    

21.09.2022

Beyaz tül perdesi, bu defa Ay küsmüş bize; Güneş'in sarısı vurmuş yüzüne, yer edinmiş vanilya dudaklarında. Ellerim şakaklarımdayken uzun bir süre seyrettim onu, o kadar uzun ki, parmaklarım benden habersiz siyah saçlarına dalmış. Kaybetmişim kendimi. Bu nasıl bir yenilgi diye sormadım bu defa, tek tek uzun kirpiklerini saydım. Ona karşı olan yenilgim artık huzursuz etmiyordu beni çünkü dün gece bana bakarken görmüştüm onu. Gözleri üşütmüyordu, irislerine tutunan birkaç yıldız ve gülümsemesini hatırlıyorum. Şimdi uyansa Güneş başımıza yıkılacak, dün gece hiç yaşanmamış sayılacak.

Ben dün geceyi unutmak istemiyordum, zira Kang'ın bana her bakışında dudağıma değecek vanilyası, biliyorum. Unutmak istemediğim için belki, parmaklarım onun siyah, yumuşak saçlarından ayrılırken sesimi çıkarmadan kalktım yataktan. Çantamı toplayıp ben evden çıkana kadar uyanmadı, Güneş başımıza yıkılmadı. Gittiğim için bana kızacaktı, benim tek bahanem ise utancımdı. Başıma yıkılan dünyam ve onun bana fısıldadığı gerçeklerdi. Düşünmem gerekiyordu çünkü ihtimaller beni yerle bir ediyordu. Kang'ın beni seviyor olma ihtimâli, tek bir umut kırıntısı dahi dün söylediklerinden sonra, hayatımı değiştirmeye yeterdi. Hayatımı, son üç senemi ve beni; bildiğim bütün gerçekleri, bilmediklerimi ve doğru olduğuna inandığım yanlışlarımı.

Bazen dünya omuzlarımda gibi hissettiren Merkür'e gittim. Dün gece Kang'ın gözlerinde Tanrı'yı görmemişim gibi oturdum masaların birine, dağınık saçlarım ve beyaz tişörtümle. Kang Taehyun'ın vanilya dudakları hâlâ tenime değiyor sanki, boynumda; her kıvrımımda elleri. Benden bu kadar uzaktayken şimdi, hiç olmadığı kadar yakınımda hâlâ. Ensemde nefesi. Ellerimi tutmuş şeytanı, bu sefer beni kapana kıstırmış ve kaçacak hiçbir delik bırakmamış Kallisto'da, Merkür'ü de yıkmışız beraber. Yıktığımız Merkür'de de arkadaşlarım vardı işte, Yeonjun ve Soobin. Beni görünce şaşırmadılar, şaşıran Hueningkai'ydi. Kang ile yüzleştikten sonra nasıl hâlâ Kallisto'dan kaçmadığımı düşünüyor belki. Ben de düşünüyorum, düşünsem de onun bana dün gece bakmama gerek kalmadan gösterdiği gerçeklerin parçaları oturmuyordu yapbozuma. Hâlâ dağınık, hayatım yerle bir.

"Her gün Merkür'e gelmekten sıkılmıyor musun?"

Soobin, onu uzun bir süredir görmemişim gibi hissettiriyordu bana. Varlığı yok ile var arasında çoğu zaman, karşıma en belirsiz zamanlarda çıkıyor. Yanında ise her zaman Yeonjun var, nefes alsa ensesinde, ben ve Kang gibi belki. Merkür'ün bir köşesinde Hueningkai, her zaman orada oturur, aynı masada. Kallisto'dan birkaç tanıdıkla beraber oturmuş, ara sıra göz ucuyla bakarken bana yakalıyordum onu, artık ondan korkmuyordum. Benim korktuğum o değildi, bildikleriydi.

"Yok, her gün gelmeye yeminliyim."

Soobin karşıma otururken, bakışları durgundu ama söylediğime gülümsüyordu. Bir şeyler var belli, onu bu kadar iyi tanıdığım için şaşırıyorum bazen. Bir insanı ne zaman iyi tanıdığınızı hissederdiniz? Onunla seneleri devirdikten sonra mı, yoksa bir gün yeter miydi birini anlamaya? Cevabı her ne ise sorularımın, ben Soobin'i uzun bir zamandır herkesten iyi tanıyordum. Karşımda oturmuş elleriyle oynarken bana söylemek istediği bir şeyler olduğunu biliyordum; Yeonjun bize bakmadan Merkür'ün mutfağına adımladığında anladım bunu. Merkür'ün melankolik havasına bulaşan bu gerginlik, yine de kederinden kuvvetli değildi. O yüzden bir sigara yaktım.

"Ne oldu dün gece?"

Merkür'e sessizlik fırtınasını çöktüren o soruydu benim yutkunup bakışlarımı kaçırmama sebep olan. "Konuştuk." Dedim, öptü diyemedim. Öptü beni, sonra Tanrı'yı gösterdi bana Kang Taehyun. Seviştik demedim, dilim varmadı da sustum. Soobin yüz ifademe kaçamak bakışlar atarken bana inanmadığını bilsem de, söyleyemezdim. "Anlattı mı her şeyi?" Diye sorarken, onun ağzımdan laf almaya çalıştığını anlasam da bir şey demedim, gerçekleri anlatmaya yemin etmişim sanki, "Tek bir şey söyledi." dedim.

merkür'ün ardındakiler ‎𐦍 taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin