Hava tamamen kararıp gökyüzünde yıldızlar yerini almaya başladığında sessizce oturuyorduk. Burası nedensizce çok huzur vericiydi. Yükseklik korkum vardı ama şu an nedensizce korkmuyordum. Göz ucuyla yanımda oturan çocuğa baktım, bunun sebebi kolunda ki saatten çıkan uzaylılar mıydı?
Gözlerimi uçurumdan sallanan ayaklarıma sabitledim.
"Eee?"
Soru soran sesiyle ona döndüm.
"Ne?"
Karanlıkta parlayan yeşil gözleriyle bana döndü. "Boş boş oturmaya gelmedik sanırım."
Dalga geçerken gibi söylediği bu sözle ona küçümseyici bir bakış atıp önüme döndüm. Bir çok soru sormak istiyordum ama hangi birinden başlayacağımı bilmiyordum.
Bir süre sonra cesaretimi toplayıp ona döndüm. "O şeyin doğuştan beri kolunda olup olmadığını sormuştum."
Benim bu soruyu sormamla hafifçe gülümsedi, sanki bir şey hatırlamış gibiydi. Bana döndü, "uzun bir hikaye dinlemeye hazır mısın?"
Bir çocuk gibi hevesle kafamı aşağı yukarı salladım.
Bir süre duraksadı, nereden başlayacağını bilmiyor gibiydi. Bir şey söylemedim, sadece başlamasını bekledim.
"10 yaşımda ailem ve Max amcam yazımı boş geçirmemem için Max amcam ve bana bir gezi düzenlemişlerdi. Tabi ben amcamın karavanına gidene kadar sadece Max amcam ve benim olacağımı sanıyordum, Gwen'i orada görene kadar tabi. Birbirimizi hiç sevmezdik ve bunu da gayet güzel belli ediyorduk. Turumuza başlayalı yaklaşık 1 hafta olmuştu ve o kadar sıkıcı geçiyordu ki, Gwen sürekli tabletinden bir şeyler araştırıyor ve anlamadığım bir sürü şey söylüyordu, amcam Max'in de bazen bile olsa ona katılması sinirimi bozuyordu.
Bir gün amcam ateşte balık yapmaya karar vermişti ve bu benim en nefret ettiğim yiyecekti. Bu yüzden ormana gidip kendime yemek bulmaya karar verdim. Boş boş dolanıyordum ve hatta bazen kendi kendime söylendiğim bile oluyordu. "
Duraksadı ve bana döndü, neden duraksadığını merak eder gözlerle ona baktım.
"Sıkılmıyor musun?"
Hızla hayır der gibi kafamı salladım. "Devam et lütfen, merak etmeye başladım."
Bir nefes aldı ve devam etti.
"Sonra gökyüzünde parlayan bir şey fark ettim. İlk başlarda bunun bir kayan yıldız olduğunu sanmıştım. Ama o kadar hızlı geliyordu ki onun bir kayan yıldız olduğunu anlayana kadar o şey çoktan yere çarpmış ve büyük bir deprem etkisi uyandırmıştı. Bir süre sonra saklandığım ağacın arkasından çıktığımda çimenlerin ve ağaçların yandığını fark ettim. Yavaş ve dikkatli adımlarla göktaşı olduğunu düşündüğüm şeyin yanına doğru ilerledim ama çarpmanın etkisiyle büyük bir çukur oluşmuştu. İnip inmeme konusunda ne kadar kararsız kalsam da merakıma yenik düştüm ve o çukura indim. Ve indiğimde ise hayatım sonsuza dek değişmişti. "
Son cümlesini bana bakıp hüzünlü bir şekilde gülümseyerek söylemişti, bunu anlatmak onda eski anılarının canlanmasına sebep olmuş gibiydi. Bir süre sonra devam etti.
"Eğilip ona dikkatlice baktığımda bunun bir göktaşı olmadığını anlamam uzun sürmemişti. Elimi uzattığımda kapak açıldı ve," kolunu kaldırıp bileğini gösterdi, "bu şey bir daha çıkmamak üzere koluma yapıştı."
Heycanla ona döndüm, "ilk dönüştüğün uzaylı neydi peki?"
Bu heyecanım onu güldürmüştü, "Ateş Topu. Yani ona bu ismi ben verdim."
Resmen büyülenmiştim, "görebilir miyim?" Diye sordum yalvarırcasına. Gülümsedi, "hayır,"
Omuzlarını düşürdüm, en azından daha kibar bir cevap verebilirdi. Gözlerimi ondan kaçırıp önüme döndüğümde, onunda bana döndüğünü fark ettim, "hey, üzülme parlak kafa. Onu göremezsin çünkü kayboldu."
Anlamamış bir şekilde ona döndüğümde devam etti, "bazı uzaylılarımın DNA'larını kaybettim, nasıl oldu bilmiyorum." Üzgün gibi duruyordu bu yüzden bir şey söylemedim ama sonradan gülümsedi ve bana döndü.
"Onun yerine Çamur Ateş var."
Bileğinde ki saati bir kaç kere çevirdi ve en sonunda havalı bir şekilde üstüne bastı. Etrafta yeşil bir ışık patladığında gözlerimi kapatmak zorunda kaldım ama bu bir kaç saniye sürdü.
"Çamur Ateş!"
Gözlerimi açtığımda ise karşımda Ben değil bir uzaylı duruyordu. Tam göğsünün ortasında Ben'in kolunda ki saatin simgesi olmasa korkabilirdim.
Ağa kalkıp ona yaklaştığım sırada burnuma iğrenç bir koku gelmesiyle duraksadım.
"Iyy, bu koku da ne böyle?"
Ben, yani Çamur Ateş kollarını birleştirip bana sorgulayıcı bir bakış attı.
"Bu bir bitki, ne bekliyordun ki?"
Elimle burnumu kapatırken gülümsedim. "Ne yani, yine uzaylılarının duygularının olduğundan falan mı bahsedeceksin."
İmalı ve sorgulayıcı bir bakış attığında bir kahkaha attım. Bugün çok güzel geçiyordu. Hava yeni kararmıştı ve henüz hava soğumamıştı. Ben tekrar insan formuna dönüştüğünde, ben uçurumun kenarında otururken o da atıştırmalık bir şeyler getirip yanıma oturmuştu. Getirdiği şeyleri inceledim, "bunlarda o smoothi gibi iğrenç değiller, değil mi?"
"Sen az önce Bay Smoothi'ye iğrenç mi dedin?"
Gözlerimi kaçırdım ve gülümsedim, "ne yani, sen iğrenç şeyleri seviyorsun diye herkes sevmek zorunda değil."
Ağzına bir kaç jelibon attı, söylediğime bozulmuş gibiydi, uzun süreceğini düşünmüyordum ve tartışmakta istemiyordum şu an gerçekten çok güzeldi. Yaklaşık 15 dakika sessizce gök yüzünde ki yıldızları seyrediyorduk. Sert bir rüzgarın esmesiyle kollarımı bedenime sardım, bugün için gerçekten çok uyumsuz giyinmiştim hava sanki yazın ortasında değil de kışın başlarında gibiydi. Bir süre sonra kollarımı bir şeyin kapladığını hissettiğimde ürperdim ve hızla arkamı döndüğümde yeşil ceketini kollarıma örten Ben'i görmemle rahatladım.
Yanaklarımı yandığını hissederken önüme döndüm ve ceketi kendime biraz daha çektim. "Sen üşümüyor musun?" Ona bakmadan sorduğum bu soruyu sadece, hayır diyerek geçiştirdi. Biraz öncekinden çok daha yakınıma oturmuştu. Hangi parfümü kullanıyorsa, çok zevkli olduğunu itiraf etmeliydim.
Bir çift gözün üzerimde olduğunu hissetmemle yavaşça ona döndüm. Ama gözlerini kaçırmadı, yüzümü çevirmesem bile tam olarak gözlerine odaklanamadığım için sürekli gözlerimi kaçırıyordum ama hiç bir şey yapmıyordu, sadece bana bakıyordu. Yüzümü sanki bir tabloyu inceler gibi inceliyordu ve kızardığıma emindim. Gözlerimi kaçırmaya ve bir kaç şey söylemeye çalıştım ama şu an da ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Bana yaklaştığını hissettim, nefesi çok daha yakınımdaydı, sonra aramızda ilimler varken yavaşça duraksadı, sanırım benimde ona yaklaşmamı bekliyordu. Tam beklediği şeyi yapacakken tam karşımızda gelen mor bir ışık ve ardından sert bir rüzgarla birbirimizden çok uzağa savrulduk.
Yaklaşık bir kaç saniye sonra yavaşça yerden kalkmaya çalıştım, neyse ki kafamı vurmamıştım ama yerdeki küçük çakıl taşları bacağımı ve kollarımı kesmişti.
"Betty! İyi misin?"
Oluşan toz bulutu yüzünden onu göremiyordum. "İyiyim!"
Sonra adım sesleri duydum, bir süre de toz bulutu tamamen kalkmıştı. Ben koşarak yanıma geldi ve elini belime koyarak doğrulmama yardımcı oldu.
"Ne oldu böyle?"
"Bilmiyorum. Şimdi öğreniriz."
Ayağa kalktı ve saatine bastı. Etrafı kaplayan yeşil ışık yok olduktan sonra karşımda anlam veremediğim bir uzaylı duruyordu.
"Örümcek maymun!" Sesi biraz kulak tırmalayıcı olsa da önemsemedim.
4 kolu vardı ve mavi renkteydi ayrıca bir sürü gözü ve bir de kuyruğu vardı.
O uzaklaşırken bende sonunda ayağa kalkabilmiştim ama hava anlam veremediğim bir şekilde daha da soğuyordu. Benden bir kaç adım uzağa savrulan ceketi aldım ve giydim. Çok fazla ısıtmaya da işe yarıyordu.
Tam ceketi tamamen giymişken karşımda duran ve gözleri olan bazı kısımları mor ve bana bakan devasa kaya parçalarıyla karşılaşmamla bir çığlık atmam bir oldu. Anlam veremediğim bir dilde konuşuyor ve yavaş yavaş bana yaklaşıyorlardı ama kalabileceği herhangi bir yer yoktu, eğer bir adım daha atarsam uçurumdan aşağı düşerdim.
Bir süre sonra bana o kadar çok yaklaşmışlardı ki artık kaderime razı gelmiştim, sanırım atlayacaktım, bu ucube benzeri şeylerin beni yakalamasından çok daha mantıklı bir sebep gibi gelmişti. Son kez bana doğru yaklaşan kaya parçalarına baktım ve onlara dil çıkarıp atladım. Ama sanırım fazla cesaretli davranmıştım. Çığlık atıyor ve çırpınıyordum ama ne tutunabilecrğim bir dal ne de bir taş parçası vardı. Karayı gördüğümde gözlerimi kapattım, sanırım yolun sonuna gelmiştim.
Gözlerim ne kadar süre öyle kapalı kaldı bilmiyorum ama sanırım ölmemiştim, yine de gözlerimi açmaya cesaretim yoktu.
"Çığlık atmayı kesecek misin?"
Duyduğum bu az da olsa tanıdık gelen sesle gözlerimi yavaşça araladım, çığlık attığımı da o zaman fark etmiştim. Kendime geldiğimde bir çift kolun beni tuttuğunu fark ettim, hatta iki çift bu Örümcek Maymun'du, yani Ben.
Bir an da hissettiğim heyecanla ona sarıldım.
"Resmen hayatımı kurtardın."
Bir süre sonra hala ona sarılırken uzaylı halinden normal haline döndüğünü fark ettim, ve ona sarıldığımı. Hızla geri çekildiğimde sonunda beni ayaklarımın üzerine bırakmıştı. Derin bir nefes alıp temiz havayı içime çektim.
"Ceket yakışmış."
Ona döndüğümde üzerinde ki ceketine bakıp sırıtıyordu.
Sinirle ona baktım, "istemiyorsan giymem."
Tam ceketi çıkarmaya yeltenmiştim ki beni durdurdu, ama bunu biraz fazla yakın bir şekilde yapmıştı.
Yeşil gözlerini incelerken onun gözleri benim yüzümde geziyordu.
"Vay vay vay, çifte kumrular bak sen."
Arkamızdan gelen sesle o tarafa döndüğümüzde gri saçlı, tuhaf makyajlı ve tuhaf giyimli gayet güzel, benim yaşlarımda bir kızın bize baktığını fark ettim.
"Ne istiyorsun Charmcastel?"
Charm- ne? Bu kızın adı bile değişikti, bir saniye yoksa bu... bu kızın o devasa kayalar ile bir bağımı vardı. Korkuyla geri çekildiğimde kız bunu komik bulmuş olacak ki kötü bir kahkaha attı.
"Sevgilim senden akıllıymış, ha Ben?"
Kafamı uzattım ve ona baktım, "biz sevgili değiliz!"
Ben'in bana attığı, 'umutsuz vakasın,' bakışıyla bende ona, 'ne var yani,' bakışı attım, omuz silkerek. Ama karşımızda ki bu kız gayet ciddi duruyordu.
"Sana ne istediğini sordum?" Ses tonu o kadar farklı çıkmıştı ki, yeni tanışmamıza rağmen onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum.
"Sakin ol, çok bir şey değil," dedi ve bir anda ciddileşti, "sadece o çok değerli uzaylılarından birini istiyorum."
Ben bir kahkaha attı, ama komik olmadığını göstermek ister gibiydi.
"Uzaylıları mı mı istiyorsun?"
Charmcaster, 'evet,' der gibi kafasını salladı. "Hı hı."
"O zaman elde al bakalım." Ben bir anda saatine bastı ve Mia'nın onu ilk gördüğünde ki uzaylıya dönüştü ve hızla göğe yükseldi.
Charmcaster ise zaman kaybetmeden o küçücük bel çantasından kocaman bir asa çıkardı ve tıpkı filmlerde ki gibi üstüne binip Ben'i takip etmeye başladı. Sahiden mi? Bu kız ya bir cadıydı ya da ben aklımı kaçırmışım. Kesinlikle 2. seçenekti.
Yaklaşık 5-6 dakika olmuştu ve ne Ben ne de o cadı kız ortalıktaydı. Cidden böyle boş boş onların dövüşmesini bekleyecektim. Ellerimi ceketin cebine koyduğumda hissettiğim sertlikle elimi cebimden çıkardım. Bu Ben'in telefonuydu. Belki bununla tuhaf güçleri olan arkadaşlarına ulaşabilirdim. Hızla telefonun açma düğmesine bastım ama ne bekliyordum ki, tabi ki şifre vardı.
Hızlı adımlarla ileri geri yürümeye başladım, şifre ne olabilirdi ki?
1234, çocuk musun Betty? Tabii ki bu değil.
2580, herkes bu şifreyi koymaz mı zaten?
Bir süre o kadar çok şifre denemiştim ki bir süre sonra telefon kitlenmişti. Aslında bir an yaptığım utandım, sanki telefonunu karıştıyormuşum gibi hissettim ama bunu onu kurtarmak için yapıyordum, daha doğrusu kendimi çünkü onun kurtarılmaya ihtiyacı olmadığı o kadar belliydi ki.
Bir süre sonra ekranda bir yazı belirdi.
şifre ipucunuz, onu ilk gördüğüm gün.
Ekrana iğrenmiş bir bakış attım, sevgilisini ilk gördüğü günü mü koymuştu gerçekten, neden biliyim ben bunu?
Off, ellerimi belime koymuş etrafta dolanırken. Tam dibime düşen bir kaya parçasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Hızla geri çekilip gökyüzüne baktığımda bunun Ben ve Charmcaster olduğunu fark ettim.
"Biraz dikkatli kavga etseniz!"
"Küçük prensesimiz rahatsız mı olmuş?"
Bir yanda bana laf atarken bir yandan da elinde ki asayla Ben'e doğru ışınlar göneriyordu ama Ben bu ışınlardan kolayca sıyrılıyordu, sanki onunla oynuyor gibiydi.
"Hey koca kafa!"
Aslında bu uzyalı biraz korkunçtu ona, koca kafa demek ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama anlamış olacak ki bana baktı, ama dikkatli bir şekilde Charmcaster'ın saldırılarından da korunuyordu.
Telefonu havaya kaldırdım, "bunun şifresi ne?"
"Şu an da kıskançlık yapmanın sırası mı sence?"
Bir anda donup kaldım, korkunç bir uzaylıya dönüşsek bile hala içinde bir yerler de Ben'in olduğunu unutmuştum. Yanaklarımın ısınmaya başladığını hissetsem de umursamamaya çalıştım. "Hayatınızı kurtarmaya çalışıyorum boş kafa!"
Charmcaster'ın kahlahasıyla ona baktım. "Benden bu kadar korktun demek ha?"
Büyük Korku, ona ağzıyla hava gönderip asasını dondurduğunda az da olsa süre kazanabilmişti.
"Bu aptal telefon diyor ki, sevgilini ilk gördüğün günmüş." Ne kadar bozuntuya vermesemde sesim istemsizce öfkeli çıkmıştı. İfadesiz suratından çok belli olmasa da çıkardığı sesten güldüğünü anladım.
"Sanırım, senin de artık normal bir hayatının olmayacağını anladığın günle aynı güne denk geliyor. O sırada Charmcaster asasının buzunu çözmeyi başarmış ve tekrar dövüşmeye başlamışlardı.
Direk tarih vermek yerine kelime oyunu yapmasa ne olurdu sanki?
Düşün Betty, düşün. Senin de artık normal bir hayatının olmayacağını anladığın gün mü demişti o?
Normal hayattan kastığı neydi?
Düşün Betty, düşün.
Boş boş dolanırken aklımda bir anda bir anın canlanmasıyla o güne gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
close to space || ben 10
RandomBetty, Amerika'ya yaklaşık 1 hafta önce gelmişti. Moda tasarımcılığı yapıyordu ve normal bir hayatı vardı. Ta ki bir gece sıkılıp dışarı çıkmaya karar verene kadar.