6

84 6 4
                                    

Sabah baş ağrısıyla birlikte telefonum zil sesinden dolayı uyandım.
Zar zor gözlerimi aralayıp komodinin üstünde duran telefonumu aldım ve kimin aradğına bile bakmadan telefonu açıp kulağıma götürdüm.
"Alo?" Uykulu sesimi ben bile tanıyamamıştım. Sanırım arayan kişi de ilk başta bu yüzden ses kalmıştı ama bir süre sonra Mia'nın kahkaha atan sesini duydum. "Ah, uykucu seni, çok merak ettim."
"Saat kaç?"
"Öğleden sonra 1'e geliyor."
"Ne?"
Hızla yerimden kalktığımdan olsa gerek önce gözlerim karardı ve sonra da başımın dönmesiyle tekrar yatağa oturdum.
"Dün gece ben gittikten sonra filmi izlemeye devam ettin sanırım?"
Film mi? Neden bahsediyordu o? Yine de bozuntuya vermedim.
"Hı hı."
"Tamam hadi kalk ve dükkana gel, burası sıkıcı olmaya başladı."
"T-tamam."
Telefonu kapattıktan sonra sırt üstü uzandım. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki. Tekrar gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştığımda bu sefer kapının sesiyle gözlerimi açtım.
Zil ısrarla çalarken ben aynaya bile bakma zahmetinde bulunmadan yavaş yavaş merdivenlerden indim ve sonunda kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişiyle donup kalmam bir oldu. Ben öylece ona bakarken o da kısa süreli şaşkınlığını atlatıp karnını tutarak kahkaha atmaya başladı ama ben komik olanın ne olduğunu, yeni uyandığımdan olsa gerek anlayamamıştım. Kakasını bastırmaya çalışıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyor ama kahkası bunu bastırıyordu.
"Komik olanın ne olduğunu söyleyecek misin, yoksa ben kapıyı kapatıyım mı?"
İşaret parmağını bir dakika ister gibi bana uzattı ama bu iş cidden sıkıcı olmaya başlamıştı.
Kısa bir süre sonra durdu ve muzip ifadesiyle bana baktı.
"S-sadece bir saniye aynaya bak, lütfen." Bunu bile zar zor söylemiş ve kahkaha atmaya tekrar başlamıştı. Göz devirip kapının yanında ki aynaya dönmemle gözlerimin şokla daha çok açılması ve kapıyı hızla kapatmam bir oldu, ama Ben'in kahkahalarını hala duyuyordum. Topuz yaptığım saçım açılmış ve tam bir karmaşa olmuştu. Pijamamın üstü sol tarafa doğru kaymış ve sağ omzumu açık bırakmıştı, tipimden bahsetmiyorum bile. Gözlerim zor uyuduğumdan olsa gerek şişmiş ve hafif kızarmıştı.
Kapı tıklatılmaya başlandığında, Ben'in sesini duydum. "Hey! Kapıyı yüzüme kapatman gerekmiyordu."
Ona cevap vermek yerine odama çıktım ve yüzümü soğuk suyla yıkayıp saçlarımı taradım, gözlerimin kızarıklığı geçmiş olmasına rağmen hala hafif şişti ve buna şu anda yapabileceğim bir şey yoktu. Dolabımı açıp bir tişört ve tayt çıkardım ve hızla onları giyip aşağı indim. Kapıyı tekrar açtığımda Ben sigara içiyordu ve ben sigara kokusundan nefret ederdim. İki parmağı ve dudağının arasında duran sigarayı çekip uzakta ki su birikintisine fırlattığımda ne olduğunu şaşırmış bir şekilde bir oraya bir de bana baktı.
"Ayıp ama."
"Kokusunu alerjim var." Diyip hızla geçiştirdim.
Bana döndü ve eliyle dirseyi arasında kalan yeri kapının kenarına yaslayıp bana yaklaştı. Nefes alış verişim hızlandığında gözlerine bile bakamadım.
"Ee, beni içeri davet etmeyecek misin?"
Neden her şey beni ona doğru çekiyordu, neden geri çekilmiyordum? Belki de içten içten içe beni kurtardığı için ona karşı kendimi borçlu hissediyordum. Bir çift koyu yeşil göz beni süzerken o tarafa odaklanmamak çok zordu. Gözlerimi kaçırmaya çalışıyordum ama bir şekilde onun yeşillikleriyle karşılaşıyordum. Parfümünün kokusunu buradan bile hissedebiliyordum.
Sonunda kendime geldiğimde geri çekilip içeri girmesini işaret ettim. Ama bu sefer durgundum. Mia'nın anlattıklarından sonra bir şeyler kafamı karıştırmıştı.
"Geç."
Bir anda gelen bu hissiz ifademi fark etmiş olacak ki anlamsız bakışlarıyla birlikte içeri girdiğinde kapıyı kapattım ve oturma odasına doğru yönelirken hızla yukarı çıkıp odama girdim ve ceketi alıp tekrar aşağı indim. Oturma odasına yöneldiğimde dün gece masanın üstünde bıraktığım cips kasesini önüne almış ve atıştırıyordu. İnsan bir izin alırdı, öyle değil mi?
Ceketi ona doğru fırlattığımda tam yüzünün üstüne gelmesini ve söylenerek kafasından ceketi çekmesini umursamadan karşısına oturdum.
"Ne?"
Ona dik dik baktığımı ancak ses tonunda ki ifadeden fark etmiştim. Ama bu istemsizce olmuştu. Cips kasesini masanın üstüne bırakıp dirseklerini diz kapaklarının üzerine koydu ve baktı. Bu kadar güzel bakarken ona nasıl karşı koyacaktım? Belki de bütün kızlara bana davrandığı gibi davranıyordur, en yakın arkadaşıma bile. Bu düşünceler beynimi kemiriyordu.
"Sen iyi misin?" Ses tonu gerçekten endişeli geliyordu, keşke ona güvenebilseydim.
"Evet." Gözlerimi kaçırarak verdiğim bu kısa cevaptan hoşnut olmamış gibiydi.
Ben ona bakmamaya çalışırken onun bir şeyleri anlamak için beni swüzmesine katlanamadım ve sinirle ona döndüm.
"Ceketini aldın işte ne duruyorsun?"
Bu ani sinirimi anlamamış olacak ki çocuk gibi iki elini teslim oluyormuş gibi yukarı kaldırdı ve kısa bir kahkaha attı. "Sakin ol bakalım güzellik. Kim sinirlendirdi seni?"
Cevap vermedim, çünkü ağzımı açarsam susmayacağımı biliyordum ona o kadar sinirliydim ki.
"Tamam, sen söylemeyeceksen ben konuşuyorum. Ben buraya ceketimi almak için gelmedim sana bir şey sormak için geldim."
Ona döndüm ve soracağı şeyi söylemesini bekledim ama o emin olamıyor gibiydi. Elini ensesine götürüp gülümsediğinde gözlerimi kaçırdım, kahretsin çok sevimliydi.
"Ama bunu sormaktan biraz çekiniyorum."
"Neden?" Dümdüz çıkan bu ses tonumdan ben bile tırsmıştım.
"Çünkü birazdan beni öldürecek gibi bakıyorsun."
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım, bunu görmemesi için de kafamı eğdim. Ama o fark etmişti.
"Tamam, belli ki bir şeye sinirin bozulmuş. Ama benim mükemmel karizmama herkes gibi sende karşı koyamayacağı için, bunu söylerken saçlarını havalı bir şekilde geriye atmıştı."
"Benimle 1 hafta sonra Hollywood'da olacak baloya gelebilir misin diye soracaktım?"
Bunu endişeyle sormasının sebebi, 'ona öldürecek gibi,' baktığımı düşünmesi miydi, yoksa gelmeyeceğimi düşünmüş olması mıydı?
"Seninle gidecek başka birini bulamadın mı?"
"Ah hayır, ben seninle gitmek istiyorum."
Bu sözleriyle kalbimin ritmi tekrar değişirken hzıla gözlerimi ondan kaçırdım. Bunu söylerken ses tonu aslında çokta cezbedici değildi, sanki birbirimizi yıllardır tanıyormuşuz gibi konuşmasıydı kalp atışını hızlandıran. Beklentiye bana bakan parlak yeşil gözlerinden, gözlerimi zorda olsa kaçırdım. "Ben... Ben bu aralar çok yoğunum gelebileceğimi sanmıyorum başka birine sor."
"Yoğun mu?"
Tek kaşını kaldırıp, muzip gülümsesi ve meydan okuyan ifadesiyle bana döndü. "Yoğunsun öyle mi?"
"Hı hı."
"Madem öyle, şu anda mağazanda olman gerekmiyor mu?"
Ne diyeceğimi bilemediğim için sessiz kalmayı tercih ettim. Ama beklentiye sorduğu bu soruyu da cevapsız bırakamazdım.
"Şey, sen geldiğinde ben de tam çıkıyordum."
Düşünmeden söylediğim bu cümleyle hızla dudağımı ısırdım, o an ki tipim tekrar gözümün önüne geldiğimde dişlerimi daha da sıktım.
Yalan söylemeyi bile beceremiyordum.
"Hmm, öyleyse yataktan kalktığın gibi evden çıkmak moda oldu. Sen daha iyi bilirsin tabi."
Benimle alay etmesi hiç hoşuma gitmese de bu gerçekten komikti. İkimizde gülmeye başladığımızda gözlerimiz buluştu. Ama ona bakmamla, aklıma Mia'nın anlattıklarının gelmesi bir oldu. Gülümsemem yüzümde solduğunda onun da kahkahası yarıda kesilmişti.
"Betty, senin neyin var?"
Ses tonu gerçekten endişendiğini bağırır gibiydi ama bu beni daha çok sinirlendirmişti, hızla ona döndüm.
"Beni ne kadar tanıyorsun ki? Neye sinirlendiğimi, neye üzüldüğümü sana anlatsam anlayabileceğini mi düşünüyorsun?"
İlk başta şaşırsada sonra konuşmaya başladı. "Haklısın, seni çok fazla tanımıyorum ama önümüzde uzun bir hayat var belki daha yakın olabiliriz."
Histerik bir kahkaha attım. "Bunu kaç kişiye daha söyledin?"
Bu söylediğim onu cidden sinirlendirmiş olacak ki ses tonunu biraz yükseltti.
"Ne sanıyorsun ha? Her gün başka bir kızla olduğumu falan mı? Sana bunları söylerken başkalarıyla da flörtleştiğimi falan mı düşünüyorsun?"
Aslında tam olarak düşündüğüm buydu ama tepki vermek yerine onu dinlemeyi tercih ettim.
"Seni öptüğüm zaman bana karşı koymadın, bunu senin de istediğini düşündüm."
Doğru söylüyordu ama ona neden karşı koymadığımı bende bilmiyordum, sadece bir şeyin beni ona doğru çektiğini biliyordum, o kadar.
Ağlama isteğimi bastırıp ona döndüm.
"Böyle düşünüyorsun ve en yakın arkadaşımla görüşüyorsun, peki bunu bana ne zaman söyleyecektin, Ben?"
Bir kaç saniye bana boş gözlerle bakması ne tepki vereceğimi bilemememe sebep olmuştu.
"En yakın arkadaşın mı?"
Sadece kararlı bir şeklide kafamı aşağı yukarı salladım.
"Ne demeye çalışıyorsun?"
Anlamamış gibi davranması beni sinir etmeye başlamıştı.
"Hecelememe gerek var mı bilmiyorum ama, Mia'yla görüştüğünü bana ne zaman söyleyecektin?"
"Mia'yla görüştüğümü de nereden çıkardın?"
O kadar şaşırmış gözüküyordu Mia bana olanları anlatmasa ona gerçekten inanabilirdim.
"Görüşmek sayılır mı bilmiyorum ama," diyerek başladığı cümleyi devam ettirmesi için ona döndüm.
"Sürekli marketin orada ki köşe de karşılaşıyoruz, sanırım onun evi de buralarda olmalı, ya da sana da geliyor olabilir. Ah, bilmiyorum ve umrumda da değil. Şu an neyin açıklamasını yapıyorum ben."
Saki bin parçalık bir yapbozun son parçalarını yerine oturtmuşum gibi bir rahatlamayla arkama yaslandım, biliyordum Ben bir şey yapmamıştı, ama hala içimde bir yerlerde ya yalan söylüyorsa düşüncesi beni mahvediyordu. Mia görüştüklerini söylemişti, Ben ise karşılaştıklarını söylüyordu. Ben kime inanacaktım. Hem Ben doğru söylese bile en yakın arkadaşımın böyle duygular beslediği birine ben nasıl aşık olduğumu söylerdim. Herşey gitgide karmaşıklaşıyordu.
Ben'e mahcup bir şekilde baktım, yaptığımdan çok utanıyordum. "B-ben... Senden açıklama yapmanı istediğim için özür dilerim. Bana hiçbir açıklama yapmak zorunda değildin yine de-"
Sözümü kesen şey bir an da yanıma oturup beni kendine çekmesiydi.
Kollarımı beline dolarken gülümsedim. İlişki bile diyemediğim aramızda ki bu şey biraz hızlı olsa da, güzeldi.
"Zorunda değildim ama bunu istedim."
Beni kendinden uzaklaştırdı ve gözlerime baktı. "Şimdi benimle geliyor musun? Çünkü orası gerçekten çok sıkıcı oluyor, resmi yerlerden nefret ediyorum."
Kısa bir kahkaha attım. "Belli oluyor."
Bana hala beklentiyle bakıyordu. "Ben bilmiyorum, tasarımlarım üzerinde çalışmayalı uzun zaman oluyor ve..."
Bunun bir bahane olduğunu fark etmemle kendimi susturdum. İçten içe Mia'nın karşımda ki kişiye aşık olduğunu bildiğim için onunla yakınlaşmamaya çalışıyormuş gibi hissediyordum. Ah, bu çok zor olacaktı. Onu severken ondan uzak durmak zorunda olmak.
Tam bir şey söyleyecekken Ben'in telefonun çalmasıyla araladığımda dudaklarımı kapattım.
"Efendim Kev... Gwen'le gidemez misin?... Yaşlandıkça sıkıcı olmaya başlıyorsun... Tamam tamam geliyorum."
Telefonunu kapatıp tekrar cebine koydu saçlarımın arasına bir öpücük bırakıp ayağa kalktı.
"Gitmem gerek, Kevin kendine yeni oyuncak arabalar bulmuş. Oyuncak derken onun için oyuncak sayılacak arabalar."
Bir yandan konuşurken bir yanda da ona fırlattığı ceketi üzerine geçiriyordu. Gülümsemeye çalıştım. Tam kapıdan çıkacakken bana döndü. "Bari akşam bir şeyler yapalım, tabi karşımıza yine bir kötü adam çıkmazsa."
Son cümlesi ikimizi güldürmüştü. Omzuna vurdum, "bu da senin işin sayılır."
"Hey! Ama bundan para kazanmıyorum."

"Bana bugün geleceği söylenmişti ama."
"Haklısınız Bayan Betty, firma ile konuşup en kısa sürede halledilmesini isteyeceğim."
"En kısa sürede değil en geç bu akşam elimde olmasını istiyorum."
"Tamam efendim."

Sinirle telefonu yatağa fırlattığımda saatin çoktan öğleden sonra 4'e geldiğini görmüştüm.
Telefonda görüştüğüm kişi tasarımlarımın kumaşlarını satın aldığım tekstil fabrikasıydı, normalde 3 gün öncesinden kumaşlar elimde olurdu ve bende çizimlerimle birlikte kumaşları da kendi atölyeme gönderirdim.
Burada henüz tam bir düzen kuramadığımı düşündüğüm için Paris'teki atölyeme ile devam ediyordum ve bu gerçekten uzun sürüyordu.
Aslında bu şimdiye kadar hiç olmamıştı, yani ben böylesine acele etmemiştim sanırım bunun sebebi Ben'le birlikte Hollywood'a gitmek istememdi. Ama ya Mia'ya ne söyleyecektim, 'senin aşık olduğun çocukla birlikte resmen tatile çıkıyorum' mu? Ah, neden herşey bir anda bu kadar karmaşıklaşmıştı ki?
Aptal Betty, hayatında ilk defa aşık olduğunu söylüyorsun ve en yakın arkadaşının aşık olduğu çocuğa mı?
Kendi kendimi linç ederken bu düşüncelerimden sıyrılmak için ne yapacağımı bilemedim. Sanırım çalışma zamanıydı.
İçinde çizim eşyalarım bulunan büyük resim çantası aldım ve günlük kıyafetlerimi umursamadan evden çıktım.
Aslında henüz nerede çalışacağıma karar vermemiştim, bana ilham kaynağı olacak bir yer bulmam gerekiyordu, ama neresi?
Burası Amerika'nın Florida Eyaleti'ydi, yani kısaca bir tatil kasabasının raz daha modern hali diyebiliriz aslında.
Radyodan Rastgele bir şarkı açıp arabayı çalıştırdım.
Sessiz ve uzun yolda yavaşça yolda ilerliyordum. Müziğin yavaş ritmi, yarı açık camdan yüzüme vuran hafif rüzgar aklımda bir şeylerin oluşmasını sağlamış gibiydi. Sonunda deniz kenarına biraz uzakta, yeşil çimenlerin üzerinde duran bir kaç çardaktan birinin yanına arabamı park ettim. Dışarı çıkıp temiz havayı ciğerlerime doldururken bir yanda denizin serinliği yüzüme vurdu.
"Harika," diye söyledim kendi kendime ve bagajda çantamı alıp çardağa oturdum.
Sıralı olarak yaklaşık 10 tane çardak vardı ama birbirlerinin arasında mesafe olduğundan ilerde ki çardaktan oturan çocukların sesinden rahatsız olmayacaktım.
Resim kağıtlarımı ve kalemlerimi çıkarıp internetten bir kaç fikir edinmek için cebimden telefonumu çıkardım.
Yaklaşık 15 dakikadır incelememe rağmen hala ne çizeceğime karar verememiştim. Elbise mi tasarlamak istiyordum, yoksa şık ama sade bir tulum mu?
O anda aklıma nedensizce Ben'in bana sunduğu Hollywood teklifi geldi.
Oraya daha önce hiç gitmemiştim ama eğer gitmiş olsaydım ne giyerdim? Bu düşünceyle hızla kaleme uzandım ve bir şeyler karalamaya başladım.




close to space || ben 10Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin