4

2K 213 188
                                    

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEKLERİNİZİ BEKLİYORUM ARKADAŞLAR.

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.


"Her ruh bir savaşa hazırlanır, ancak bazıları yalnızca kazanmaya değil, kaderi değiştirmeye gelir."

Son kez uyandığımda bir daha uyuyamadım. Düşüncelerim zihnimi kemiriyor, şüphelerle boğuşuyordum. Zaman sanki inadına yavaş ilerliyordu. Duş aldım, hazırlandım, ama içimdeki boşluk daha da derinleşmişti. Bir şeylere tutunmam gerekiyordu, yoksa dağılacaktım.

Çalışma masama geçtim, bilgisayarımı açtım. Beynim anlamsız kelimelerle doluyken bir şifre oluşturdum, ama dikkatimi başka bir şey çekti. Masanın kenarında, ders kitaplarımın arasında bir kitap duruyordu. Tanıdık, bir o kadar da acı veren bir görüntüydü.

Divina Commedia. Dante.

İçim burkuldu. Bu kitap, annemin en sevdiklerindendi. Onun hastalığı sırasında her gece başucunda oturup, bu sayfaları ona sesli okurdum. Her satırı ona yeniden can verirmiş gibi gelirdi bana. Ama gerçek çok daha acımasızdı, annem artık yoktu. Onu hâlâ özlüyordum, özlem ise gün geçtikçe büyüyen bir yara gibi içimi kemiriyordu. Eğer yaşasaydı, şu an bu duyguların içinde kaybolmuş ve buraya hapsolmuş olmazdım.

Gözyaşlarıma hâkim olamadım. O kadar güçlü bir anıydı ki; sanki annemin ruhu sayfalardan çıkıp beni kucaklıyordu. Fakat annem beni yalnız bırakmıştı. Yaram hâlâ tazeydi; ve gözyaşlarım, bu taze yaranın üstüne dökülen tuz gibi yakıyordu. En derin acıların gözyaşları hep sıcaktır; çünkü kalbin derinliklerinden gelirler, can yakarlar.

Kapı çaldı, irkildim. Gelen Chloe'ydi. Kapıyı açtığımda, yüzümdeki yaşları görür görmez, hiçbir şey söylemeden kollarını açtı. Hiç tereddüt etmeden ona sarıldım. Bu dünyada hâlâ güvenebileceğimi düşündüğüm biri vardı. "Geçecek canım," dedi yumuşak bir sesle, elleri saçlarımda geziniyordu. "Kendini sıkma. Şimdi nefes alacağız, tamam mı?" Onun sakin sesi, derinlerde bir yerde yankılanıyordu. Hıçkırıklarım arasında derin bir nefes aldım, ciğerlerime dolan havayla birlikte hafif bir rahatlama hissettim. Beş kez birlikte tekrarladık. Her bir nefes, üzerimdeki baskıyı biraz daha azalttı.

"Acını yaşa," dedi usulca. "Bu seni zayıflatmaz. Aksine, acıyla nasıl başa çıkacağını öğrenmeni sağlar. Güçlü olmak, zorluklarla yüzleşerek gelir." Sesi, içimdeki karanlığı aralayan bir ışık gibiydi. Annemden sonra ilk kez biri beni içtenlikle anlıyor ve bana destek oluyordu.

Kendimi biraz toparladığımda odadan çıktık. Yemekhaneye adım attığımızda, Chloe sıraya girerken bana cam kenarında bir masa bulmamı söyledi. Gözlerim hızlıca etrafı taradı ve sonunda tek boş yeri buldum. Oturur oturmaz, bir grup bana doğru yürümeye başladı: Liz, Ivy, Aurelius, tanımadığım biri ve... o. Yakışıklı olan.

Liz'in sinirle dolu sesi etrafta yankılandı: "Hey ufaklık! Bu bizim masamız."
Derin bir nefes aldım, sakince ona döndüm. "Üstünde adınızın yazdığını görmüyorum," dedim, sesimdeki soğukkanlılık adeta meydan okur gibiydi.

Liz'in yüzü kıpkırmızı olmuştu, ama bu beni rahatsız etmedi. Ne ondan ne de diğerlerinden çekiniyordum. Aralarında ilgimi çeken tek kişi, merakını saklamayan bakışlarıyla yakışıklı olan çocuktu. Onunla aramızda tanımlayamadığım bir şey vardı. Bana öyle bir bakıyordu ki, sanki onun gözünde özel ve önemliydim. Bakışlarımız buluştuğu anda, etrafımdaki her şey silikleşti. Tüm dünya, o bakışın içinde eriyip kayboldu. Nefesim kesildi, sanki zaman o an duruvermişti.

Liz, aniden tepsisini kaba bir şekilde Aurelius'a itip bana doğru yürüdü. Sert adımları masayı hafifçe sallarken yüzüme doğru eğildi. Ellerini masaya öyle bir güçle dayadı ki neredeyse kırılacak gibiydi. "Dün sadece bir sınavdı," dedi, sesi acımasız ve sertti. "Ama bugün oyun bitti. Ya dediğimi yaparsın ya da..."

Sözünü bitirmeden, soğukkanlı bir tavırla ona karşılık verdim. Sesimde meydan okuyan bir tını vardı: "Yoksa ne olacak?"

Liz'in gözleri tehdit dolu bir şekilde kısıldı, tam o sırada Aurelius alaycı bir kahkaha attı. "Güzel, zeki ve cesur," diye mırıldanırken, yakışıklı olan çocuğun gözleri üzerimdeydi, bakışlarında derin bir ilgi vardı. Ancak Liz, Aurelius'un bu sözlerine anında tepki gösterdi. "Kes sesini, Aurelius!" diye tısladı, bakışlarını tekrar bana yöneltti. "Ve sen! Bu masayı hemen terk et!"

Sakin bir nefes aldım, içimde yükselen duyguları kontrol altında tutmaya çalışarak. Ona dönüp, soğukkanlı bir tavırla ve hafifçe gülümseyerek, "Bana 'ufaklık' demeyi bırak," dedim. Sesimde dingin bir tını vardı, ama kalbimde çok daha fazla şey yankılanıyordu. "Ne yaşça ne de güç olarak sizden aşağıdayım. Bunu dün gayet iyi gördünüz." Sandalyeme yaslandım ve devam ettim: "Ayrıca, sırf sizin bu sosyal konum saçmalığınız yüzünden söylediklerinizi yapmaya hiç niyetim yok. Chloe burada oturmak istedi, onu kıramam."

Sözlerim hem sakin hem de kararlıydı, ama içimdeki güçlü fırtına duygularımı ya da beni alt üst etmek üzereydi.

Arka tarafta duran, uzun boylu çocuk eğlenceli bir tonla araya girdi: "Tatlı da," dedi, hafif alaycı sesi ortamın gerilimini biraz yumuşatır gibi olmuştu. Ama Liz hâlâ öfkesini kontrol edemiyordu, yüzü kıpkırmızı oldu.

Tam o sırada, yakışıklı olan çocuk yavaşça öne çıktı. Grubun içinden ayrılarak ağır adımlarla Liz'e doğru yürüyordu, fakat gözleri bir an bile benden ayrılmadı. Kalbimde derin bir titreşim hissettim; sanki içimdeki saklı bir şey, onun bakışlarıyla uyanıyordu. Okyanus mavisi gözleri, ruhumun derinliklerinde karanlık bir bilinmezi harekete geçirirken, beni baştan aşağı süzüyordu. Ve o an, dudaklarında beliren hafif tebessüm, her şeyin başlangıcı gibiydi.

Ondan gözlerimi alamıyordum. Bakışlarında çözemediğim, ama beni derin bir şekilde kendine çeken bir şey vardı. Liz'in bu bakışmayı fark ettiğini görmek, öfkesinin daha da büyüdüğüne tanık olmama neden oldu. Ancak, yakışıklı çocuk Liz'in yanına varıp ona eğildiğinde, tüm dinamik bir anda değişti. Alçak bir sesle kulağına bir şeyler fısıldadı. Liz'in o an daha da gerildiğini fark ettim, bu yakışıklı çocuğun üzerinde ne kadar etkili olduğunu açıkça ortaya koyuyordu.

"Lucas..." dedi Liz, sesi titrek ve savunmasızdı. Bir anda gücünün sarsıldığını hissettim. Liz ne yapacağını bilemez bir halde duraklarken, Lucas – evet, adını yeni öğrenmiştim – onu kolundan hafifçe yakalayıp kendine doğru çekti. Liz, ona karşı koymaya bile çalışmadı; sanki Lucas'ın dokunuşu, onu tamamen etkisiz hale getirmişti.

"Kahvaltı etmek istiyorum," dedi Lucas, sesi sakindi ama bir o kadar da buyurgan. "Hadi." Liz, hiç tereddüt etmeden onun bu sözlerine boyun eğdi. Grubun gerçek liderinin kim olduğu o an açığa çıkmıştı. Liz'in sessizce otoritesini yitirişini izledim, gururunun paramparça oluşunu. Onlar yandaki masaya otururken, Lucas bana bir kez daha baktı. O sakin ve bir o kadar da etkileyici gülümsemesi, gözlerini benden ayırmadan üzerimde dolaştı. İçimde bir ürperti hissettim; fakat bu ürperti, korkutucu değil, sadece büyüleyiciydi.

Lucas'ın gözlerinde tam olarak çözemediğim bir şey vardı—merak mıydı, yoksa bilmediğim bir oyunun başlangıcı mıydı? O an anlamıştım ki bazı savaşlar sadece zafer için yapılmaz; bazen o savaşlar, kalpleri ve kaderleri değiştirmek için başlar. Lucas'ın gözlerinde, işte tam da böyle bir ifade gizliydi. Sessiz olanların, en bilinmez hamleleri yaptığını biliyordum; sessizlik, çoğu zaman ardındaki planların en güçlü göstergesiydi. Ve Lucas, bu oyunun kurucusu gibiydi.

Bu oyunun yeni başladığını hissettim ve içimde beliren duyguların bizi nereye sürükleyeceğini tahmin edemedim.

İLK AŞK (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin