15. Bölüm - Büyük Plan

205 23 0
                                    

Isabella aynanın karşısında kendine bakarken bir başkasının yansımasını görüyormuş gibi hissediyordu. Saçlarını tararken ruhu burada değildi. Geçirdiği birkaç gün zorlu olmuştu. Kraliyetin burnuna kadar girmiş bir tehlike vardı ve kimse bunun için bir şey yapıyormuş gibi görünmüyordu.

Nikolai ve Edgar saraydan uzaklaşmıştı, Arlo günlerini kral ile uzun konuşmalar yaparak geçiriyordu, kraliçe bu olay hiç olmamış gibi davranıyordu ve Kiera derslerine geri dönmüştü. Sanki öyle bir gece hiç yaşanmamıştı. Isabella'nın korkusu ve endişesi öfkeye dönüşmeye başlıyordu.

Bu kadar önleme ve tedbire rağmen aralarına sızabilen birileri varsa bunun tespit edilmesi gerekmez miydi? Bunu sesli söylemek için illa kral ya da kraliçe olmasına gerek yoktu. Ancak koskoca krallıkta onu kimse dinlemiyormuş gibi görünüyordu. Bu her zaman başına gelen bir şeydi.

Üç erkek kardeşe sahip olmanın belki de en kötü yanı buydu. Her ne kadar Isabella onların sevgisini, korumasını ve şefkatini hissetse de bazen tek başına olduğunu düşünüyordu. Prenslerin düşüncelerinin emir olarak alındığı bir yerde sesini duyurmaya çalışıyordu. Edgar ve Arlo dururken kimse onun sözünü dinlemezdi.

Eğer onlar prensse, Isabella da prensesti. Onun da diğerleri kadar söz hakkı vardı. Fakat kimse bunu umursuyormuş gibi görünmüyordu. Kardeşleriyle arasındaki farkı çok net bir şekilde görebiliyordu. Kimse ona açıkça söylemeyebilirdi. Belli de etmeyebilirdi. Fakat Isabella aptal değildi. Kralın gözünde kaçıncı sırada geldiğini biliyordu.

Her ne kadar tek kızı ve kraliyet kanının tek prensesi de olsa, bunlar çok bir şey ifade etmiyordu. Arlo'nun bir gün kral olacağını biliyordu. Peki Edgar ile aralarındaki fark neydi? Eğer ikizlerse ikisinin düşüncesinin de aynı değerde olması gerekmez miydi? Ama değildi. Hiçbir zaman böyle olmamıştı.

Nikolai'nın Arlo yerine Edgar ile saraydan gittiğini biliyordu. Böyle ufak bir seyahate çıkarken bile kimse ona gelmek isteyip istemeyeceğini sormamıştı. Belki de düşünmemişlerdi bile. Isabella kardeşlerinin kötü niyetli olmadığını biliyordu. Düşüncesiz olmadıklarını da. Ancak böyle ufak şeyler onun kanına dokunuyordu.

Tek istediği ciddiye alınmaktı. Bulunduğu durumdan şikayetçi olduğundan değil. Kraliyette önemli bir yeri vardı. Çoğu insandan daha fazla söz hakkına sahipti. Her şeyden önce bir prensesti. Fakat ailesinin içinde bile böyle bir ayrımcılık olması sinirini bozuyordu. Onu çoktan etiketledikleri kutuya koyup rafa kaldırmışlardı. O rafta düşünceleri tozlanmaya yüz tutacaktı. Isabella bunu biliyordu.

Kapısı çalınca irkildi. Sofia gelmiş olmalıydı. Onu sabahtan beri görmemişti. Bugün de Kiera ile dersi olduğunu sanıyordu fakat belli ki yoktu. Isabella kendine geldiğinde tarağını yerine bırakarak yerinden kalktı. Kapıyı açtığında düşündüğünden farklı bir yüz gördüğü için hiç mutsuz değildi.

Karşısında kimin olduğunu görünce gülümsemesine engel olamadı. Daha demin kendini attığı karanlık çukur bir anda aydınlanmıştı. Bütün gününün bu boğucu düşüncelerle geçeceğini düşünürken aniden onu görmek Isabella'nın kalbini hafifletti.

"Paul," dedi heyecanla. "Burada ne işin var?"

Edgar ve Nikolai gittiğinde yanlarına Vladamir'i almıştı. Paul, neden onunla gittiklerini bilmiyordu ancak böyle durumlarda prensi çok fazla sorgulamazdı. Sadece aldığı emirleri dinlerdi. Isabella'nın sarayda olduğu göz önüne alınırsa, onsuz gitmelerinden de pişman değildi.

"Sofia yokken size göz kulak olmak istedim," dedi Paul.

Koridorda onları duyabilecek insanlar olabileceğinden sözlerine her zaman dikkat ederdi. Paul'un Isabella gibi sınırları aşma lüksü yoktu. Çünkü sonuçlarının ne olacağını gayet iyi bilirdi. En azından insanların onu duyma riski olduğunda.

Lanetli KrallıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin