25. Bölüm - Kızgın Ruhlar

125 17 5
                                    

Arlo, kapıyı kırmamak için kendini zor tutuyordu. Ancak Paul'un anlattıkları gerçekse, eğer onu yıllar önce bulmuşlarsa ve Maraya yaşıyorsa daha fazla kendini tutabileceğini sanmıyordu. Kapıyı sertçe açıp içeri girince orta yaşlı bir çiftin ona korkuyla baktığını gördü.

"O nerede?" diye sordu Arlo. "Maraya nerede?"

Bu insanları yaşatmak istemiyordu. Bunca zaman kardeşini elinden almışlardı. Kimseye iyi davranacak durumu kalmamıştı. Çift birbirine daha da sokulduğunda ikisi de dilini yutmuş gibiydi. Arlo'yu anlayamamışlar mıydı?

"Küçük kız nerede?"

Arlo kendini tekrarladığında kalbi ağrıdı. Belki de Maraya artık onlar için küçük değildi. Artık on yaşında olmalıydı. Bunun ihtimali bile Arlo'nun bedenini sarsmaya yetecek kadar güçlüydü. Çift başını sallayarak anlamadığını mı belirtmeye çalışıyordu?

Arlo üzerlerine yürüdü; "Size bir soru sordum."

Paul, Arlo'nun arkasından içeri girince on yaşında olan Maraya değil kendisi gibiydi. Yıllardır annesini ve babasını ilk kez görüyordu. Yüzlerindeki çizgiler derinleşmiş, saçlarındaki aklar fazlalaşmış olabilirdi ancak hala aynı saflıkta bakan iki güzel kalp karşısındaydı.

Paul, ufacık bir çocukken ailesinden koparıldığı an onların hayallerini kurardı. Yıllardır kavuşacakları anı iple çekiyordu. Çünkü böyle bir günün eninde sonunda geleceğini biliyordu. Şimdi bu dileğini nihayet gerçekleştirebilmişti. Eli kolu bağlı, yüzünde yaralar içinde onlara bakarken yaşadıklarını bile düşünmüyordu. Aklındaki tek şey ailesinin onu bu halde görmesiydi.

Güzel bir hayat yaşadığını düşünmelerini isterdi. Refah dolub bir hayat. Onların yokluğunda acı çektiğini onlara düşündürtmek, onları daha çok üzmek istemezdi. Ancak kapının arkasında daha fazla bekleyemedi. Mosmor gözünden yaşlar gelirken annesi Paul'u tanımıştı bile. Sevgi dolu gözlerine ona çevirince Arlo arkasına döndü.

"Anne," dedi Paul.

Sesindeki çocuk dışarı çıkmıştı. Onları tekrar gördüğüne inanamıyordu. Tüm bu yaşananlar ona bir rüya gibi geliyordu. Her gece görüp de sabahları yalnız başına uyandığında karanlığa düştüğü o rüyalardan. Ona gerçekliği hatırlatıp canını acıtan rüyalardan. Ancak bu rüya değildi. Her şey gerçekti.

"Hayır," diye bağırdı Arlo. "Bu senin kavuşman değil! Anlıyor musun, bu senin zaferin olmayacak!"

"Arlo."

Prens, Kiera'nın sesini arkası dönük olmasına rağmen tanımıştı. Onun burada ne işi vardı, burayı nasıl bulmuştu bilmiyordu ancak prensesin sesi kulağında çınladığında ona döndü. Kiera yalnız değildi. Hemen önünde omuzlarından tuttuğu bir kız çocuğu vardı.

Arlo'nun tüyleri ürperdi. Yer ayağından çekilircesine dünyası değişti ve o an başka hiçbir şey düşünemedi. Beş yıl önce güçleriyle kurtaramadığı kardeşi şimdi kurtarılmış olarak karşısında duruyordu. Büyümüştü, daha da sevimli bir hale bürünmüştü ve her şeyden önemlisi tek parçaydı.

Isabella'ya ne kadar da benziyordu.

Ve kraliçe Kassandra'ya.

Arlo inanamıyordu. Bu yaşadıkları ya kocaman bir şakadan ibaretti ya da hayatının en güzel günündeydi. Koşarak kardeşine sarıldığında elleri titriyordu. Kiera kenara çekilerek, Arlo'nun kardeşini kucaklamasına izin verdi. Prens onu kolları arasına aldığında Maraya tepki vermedi. Çünkü o Arlo'yu tanımıyordu.

Onu kollarından tutan yabancı kızı da öyle. Tek tanıdığı salonda duran bu orta yaşlı çift ve oğulları Randolf'tu. Diğer yüzler ona sadece yabancı simalar gibi geliyordu. Fakat bu Arlo'nun umurunda değildi. Kardeşini kolları arasına aldığında hiçbir şey umurunda değildi. Yılların acısını çıkarırcasına onu içine çekti, saçlarını okşadı ve defalarca ondan özür diledi.

Lanetli KrallıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin