Zehir ve Ok
Bazı duygular vardır. Hayatımız boyunca yaşasak da alışamayız. Alışmak istemeyiz. Ve zamanı geldiğinde hatıralarımızın en derinine gömeriz. Ne kadar derine gömersek o kadar ulaşılmaz olacağına inanırız. Aynı duyguları bir daha asla yaşamayacağımıza inanırız.
Ve bir gün o en derinlere sakladıklarımız bir anda günyüzüne çıkar. İlk günki tazeliğiyle, sapasağlam...Benim de yıllar önce en derinlerime gömdüğüm çaresizliğim ufacık bir kıvılcımla günyüzüne çıkmıştı. En son benden on kat büyük bir adamla baş başa kaldığımda yaşadığım çaresizliği şimdi boyumu aşan alevlerin karşısında hissediyordum.
"Sakın suları ateşin üstüne dökmeyin." dedim. Kamp alanı bir anda adeta mahşer yerine dönmüştü. Bazı askerler ne yapacağını şaşırmış su varillerini ateşin üzerine dökmek için hazırlanıyorlardı. Emrimle varilleri yere koydular ama ne yaptığıma anlam veremeyerek bir süre yüzüme bakakaldılar.
" Bulduğunuz kumaşları ıslatıp ateşin üstüne atın." Askerlerin gözleri ne yapacaklarını anlamayarak kısılırken omzumdaki siyah pelerini çekip çıkardım ve su dolu varile batırıp ıslattım. Bir çok yere ateş düşmüştü ama en yakınımız yemek arabalarından biriydi. Ahşap kasalar ve kutular alevler içindeydi. Islanan pelerini havada savurup ateşin üstüne örttüm ve ateş söndükten sonra geri çektim. Kumaşın altında kalan kısmın ateşinin tamamen söndüğünü gören askerler biraz bocalamanın ardından hemen hizmetçi pelerinleri ve bulabildikleri her kumaşı ıslatıp onlara gösterdiğim gibi ateşi söndürmeye başladılar. Yapmaları gerekeni anladıklarından emin olduktan sonra pelerinimi tekrar ıslattım ve bu kez alev alev yanan çadıra yöneldim. Ne yapacağımdan emin değildim. Ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. Bu alevlerin arasında Prens'in yaşıyor olma ihtimalinin ne kadar az olduğunu bilsem de ayaklarım beni çadıra götürüyordu ve yanmış cesedi görmedikçe öldüğüne inanmayı reddediyordum.
Yaklaştıkça ateş büyüdü. Ateş büyüdükçe ilerledim ve kavurucu sıcağını tenimde hissedene kadar durmadım. Ateş iki adım önümdeydi. Alevlerin kolları beni yakalamak istercesine bana uzanıyordu. Derin bir nefes aldım ve ıslak pelerini etrafıma dolayıp ateşe doğru ilk adımımı attım. Bir adım sonra tamamen alevlerin içinde olacaktım ama ilerleyemedim. İkinci adımım havada asılı kaldı ve sendeleyerek geri çekildim. Birisi kolumdan tutmuş gitmeme engel oluyordu. Boğuk bir sesi boynumda hissettim. "Ne yapıyorsun?"
"Bırak beni Mars, babasının yediği haltı temizlemeden ölmesine izin vermeyeceğim."
Ateşe doğru tekrar bir adım attım ama nafileydi. Mars bu kez beni belimden tutmuş ve diğer tarafına çekmişti.
"Sonrasında ölmeme izin var mı peki?" dedi alaylı bir ses. Başımı kaldırıp gitmeme engel olan adama baktım. Mars değildi. Karanlıkta yüzünü seçmek zordu ama saçları Mars'ın sahip olmadığı kısalıktaydı. Dumana maruz kalan sesi boğuk boğuk çıksa da kim olduğunu anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece: Karanlığın Prensesi
FantasyTarihlerin öncesinde, zamanın gerisinde bir nefes kadar yakın bir nefes kadar uzak olan diyarda karanlık insanlığa kızını bağışladı. Kendi halinde yaşayan bir krallıkta karanlığın hediyesi, ayın ve yıldızların güçleriyle donanmış güzeller güzeli bir...