Kan ve Taht
Ares'e güvenmiyordum. Güvenmek istemiyordum. Ama kendimi o büyük salonda karşısında her söylediğine inanır halde bulmuştum. Sesinde bir şey vardı. Ona inanmamı sağlayan, ona güvenmek istememi sağlayan bir şey vardı ve ben buna yavaş yavaş yeniliyordum.
Günün geri kalanında yapabileceğimiz başka bir şey olmadığı için Sarena hakkında konuştuk. Prense sorduğum ardı arkası kesilmeyen soruların yalnızca bir kısmına cevap alabilmiştim. Prens aklında her ne varsa bana söylemekte oldukça cimri davranıyordu. Kafasında dolanan tilkilerin farkındaydım ama yalnızca birkaçını görebiliyordum. Bana bilgi vermekten elinden geldiğince kaçınıyordu.
"Kardeşleriniz, " dedim oturduğum koltukta biraz dikleşerek. "Sizin ne yapmak istediğiniz hakkında bir bilgileri var mı?"
Hayır anlamında başını salladı. "Kimsenin yok ve olmasını da istemiyorum. Bu ikimizin sırrı olarak kalacak."
"Üzgünüm majesteleri ama anlamıyorum." dedim kafam karışmış halde. Saatlerdir konuşuyorduk ama ben hiçbir sorumun cevabını alamamıştım.
"Niye bunu yapıyorsunuz? Neden böyle bir zahmete giriyorsunuz? Babanız oldukça yaşlı ve en önemsediği oğlu sizsiniz. Hem de önemli bir evliliğin eşiğindesiniz. Nişanlınızın ülkesinin de desteğiyle Zeus'tan sonra siz kral olacaksınız. Neden şimdi kendinizi böyle yoruyorsunuz? Zeus'tan istediğiniz ne?"Ares bir süre sessiz kaldı. Cevapların ne kadarını söyleyip ne kadarını gizleyeceğini tartıyor gibiydi.
"Senin söylediğin koşullarda tahta, bir köle olarak geçmiş olurum. Başka bir ülkenin desteğiyle kendi ülkemi ayakta tutmaya çalışırsam kendime olan saygımı kaybederim ve ben bunu istemiyorum. Ayrıca, " dedi ve kısa bir nefes molası verdi. Bundan sonra söyleyeceklerini dile getirmek konusunda kararsız gibiydi ama yine de devam etti. "Ayrıca kılıcım Zeus'un kanıyla sulanmadan o tahta geçmeyeceğim."
Öfkesi karşısında dilim tutulmuştu. Onu sarayda bir çok kez görmüştüm. İlk muhafız olduğum andan itibaren babasıyla bir çok karşılaşmasında, konuşmasında oradaydım ama onda hiç böyle bir öfkeye şahit olmamıştım. Artık saraydaki halinden eser kalmamıştı. Gözleri babasından bahsederken bir başka bakıyordu, sesi bir başka geliyordu. Sanki bunca yıl büründüğü sahte bir kişilikten çıkmış gibiydi.
Daha önce sorsanız onun babasının en sadık askeri olduğunu söylerdim. Babası uğruna her şeyi yapabilecek mükemmel bir oğuldu. Onu hiç sorgulamadığını ve ona koşulsuz şartsız güvendiğini düşünürdüm çünkü öyle davranırdı. Bir dediğini iki etmez, babasının karşısında durmaz duranlara da bizzat kendisi hadlerini bildirirdi.
Şimdi bu açıdan bakınca anlıyordum. Hepsi yalandı. Hepsi oyundu. Hepsi Zeus'un gözüne girmek için yapılmış, ince ince işlenmiş bir güven ağıydı.Artık eski anılar gözümün önüne geldiğinde babasına olan güçlü sert duruşlu bakışları yavaş yavaş önündeki perdeyi çekip arkasındaki saf öfkeyi gösteriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece: Karanlığın Prensesi
FantasyTarihlerin öncesinde, zamanın gerisinde bir nefes kadar yakın bir nefes kadar uzak olan diyarda karanlık insanlığa kızını bağışladı. Kendi halinde yaşayan bir krallıkta karanlığın hediyesi, ayın ve yıldızların güçleriyle donanmış güzeller güzeli bir...