Tekinsiz

18 6 0
                                    



Neredeyse bütün gece uyumadım ve olanları düşündüm. Dişimin ağrısı geçmişti. Lee yine buradaydı. Dörde doğru huzursuz bir uykuya dalmışım. Garip bir rüya gördüm. Belden yukarısı çıplak bir adam. Sırtı bana dönük duruyordu ve kürek kemikleri boyunca onar santim uzunluğunda, atların bacak içlerindeki kestanelere benzeyen çıkıntılar vardı. Kafasını çevirdiğinde burun deliklerinden dumanlar çıktı. Uyuduğumdan daha yorgun uyandım.

Gündüz barda anneme yardım ettim ve şansıma sekizde evdeydim. Ölü gibi yorgun yatağa yattım. Gece iyi uyudum. Kâbussuz, rüyasız. Böylece sabah erken kalkıp duşumu aldım ve tam vaktinde okulda oldum.

Lee benimkinin hemen yanında, açık dolabının önünde duruyordu.

"İyi görünüyorsun" dedi, yüzüme bile bakmadığına yemin edebilirdim.

"Teşekkür ederim" dedim. Bunu söylerken sadece iltifatını kastetmemiştim. "Dinle, acaba biz..." diye başladı ama o anda arkadaşlarım etrafımı sarıp dişimi sordu.
İlaçlar sayesinde ağrımın geçtiğini söyledim. Lee'ye baktığımda artık orada olamadığını gördüm.

Sınıfa girdiğimde o çoktan oturmuştu yerine. Konuşmadan yanına oturdum, neyse ki Bay Selfridge de geldi hemen. Anca altı saat dersten sonra kantine gittiğimizde konuşmaya başladı Lee. "Felicity kızma bana. Gerçekten yalnızca sana yardım etmek istemiştim."

Hıh, ne diyebilirdim ki? "Kızmadım."

İnanmayarak burnundan soludu. "Gerçekten. Ben yalnızca... korktum."

"Özür dilerim. Böyle olmasını istememiştim. Sadece arkadaş olamaz mıyız?"

Kafamı kaldırıp baktım. Neredeyse iki kafa uzundu benden ve yalvaran gözlerle aşağıya, bana bakıyordu. Dalga geçtiğine ya da acıdığına dair en ufak bir işaret göremedim.

"Elbette olabiliriz" diyerek yumuşadım. "Elimi uzatmak isterdim ama sendeki elektriğin beni çarpıp köşeye savurmasından korkuyorum. Lee her zaman olduğu gibi kocaman sırıttı. "Korkma. Geçecek bir gün."

Diğerlerinin olduğu masaya oturduk. Lee hemen Corey'yle futboldan konuşmaya başladı. Phyllis'in sorgulayan bakışlarının Lee'den bana kaydığını gördüm. Sonra Yıldızlar Kulübü'nden Felicity geldi yanımıza.
"Lee, sevgilim, kendimi biraz ihmal edilmiş hissediyorum" dedi, sahiden üzgün görünüyordu. Lee yan masadan boş bir sandalye çekip "Otur Felicity" dedi neşeyle. "Corey de şimdi bana kaçırdığım futbol antrenmanından söz ediyordu."

Felicity'nin Corey'ye neler yapabileceğini apaçık anlatan bir bakış attığını gördüm. Corey tedirginlikle gülümsedi.

"Lee, seninle yalnız konuşmak istiyorum. Gelir misin?" dedi ve davetkâr bir şekilde elini uzattı.

Lee elini tuttu -gördüğüm kadarıyla ne Felicity ne de o zıpladı- ve kucağına oturttu. "İki kişiye birden Felicity demek zorunda olmak çok sıkıcı" dedi Lee ve bana baktı.

"Zorunda değilsin. Felicity benim. O Şehir" dedi kuş gibi şakıyarak ve ona biraz daha yaklaştı.

"City hoşuma gitmiyor" dedi kesin bir ifadeyle Lee, bana baktı. "Sana Fay demeyi tercih ederim."

Ağzımın dolu olmadığına sevinmiştim. Yoksa eminim hepsini püskürtürdüm.

"Fay, peri gibi mi yani?" Felicity'nin sesinde şakımadan eser kalmamıştı. "Ciddi olamazsın! Periden çok su aygırına benziyor o."

Meymenetsiz bakışlarını üzerime dikmişti Felicity. Yerimde doğrulup buz gibi baktım ona. Peri olamazdım, onun da cadı olması gerekiyordu o zaman. Bu bir masal olsa sahte güzelliğiyle büyüleyen, eğri burunlu, yüzü siğil dolu bir cadıya dönüşürdü şimdi. Ne yazık ki masal değildi ve Felicity hâlâ çok güzeldi. Lee de öyle düşünüyor olmalıydı. Kulağına eğildi. "Bana ne söyle mek istiyordun?" Hepimiz Felicity'nin nasıl eriyip gittiğini gördük.

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin