İtiraflar

13 5 0
                                    

Sekizinci yüzyıldan döndüğümüzden beri çok sessizdim. Aachen'ı arkamızda bırakır bırakmaz Southwark'taki boş bir depoda ortaya çıkmak beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Lee erken ortaçağda kolunu omzuma atmış, yolun birkaç metre ilerisindeki bir söğütlüğe gitmiştik. Huzur dolu, karla kaplı korudayken bir anda siren seslerinin, motor gürültülerinin arasında Londra'da yıkık dökük bir depoda bulduk kendimizi. Hangardan çıktığımızda tepemizden geçen uçağın gümbürtüsüyle kendimi yere attım. Ciaran ve Lee ellerini dizlerine vurup kahkahayı bastılar.

Frankonya'nın romantik beyaz örtüsü Londra'nın tipik aralık yağmuruyla eriyip gitmişti. Toparlanıp içerideki giysilerin arasından bir şeyler bulabilmek için tekrar depoya girdim. Duvarın arkasında üzerime uygun kuru giysiler ararken Ciaran'la Lee'nin kapının önünde hâlâ gülüştüklerini duyabiliyordum. Bu bana sakin kafayla Karl'la vedalaşmamızı düşünme fırsatı verdi. Unutulmaz bir andı benim için.

Karl, Aachen'a dönüş yolunda çok durgundu. Neredeyse hiç konuşmamıştı. Lee ve Ciaran'la Aachen'ı terk etmeden önce kalenin bahçesinde yakaladı beni. Büyük salondaki toplu yemeğe gitmemiştim.

"Hoşuna gitmeyen ne? Yemekler mi yoksa masadakilerin görgüsüzlüğü mü?" diye sordu Karl ve bana, yalnızca kralın masasına servis edilen ekmeklerden iki tane verdi.

Bir çırpıda yalayıp yuttum.

"Herhalde çok şımarık olduğumu düşünüyorsundur" deyip parmaklarımı yaladım. Ekmeklerin üzerine bal sürülmüştü.

Karl gülümsedi. Yüzünde gördüğüm ilk gerçek gülümsemeydi. "Biraz" diye itiraf etti. "Ama bir yandan da gördüğüm en cesur genç kadınsın." Yüzümü ekşittim. Hiç de cesur sayılmazdım. Gözünün önünde kustum, neredeyse altıma işiyordum ve saldırganların elindeyken epeyce çaresizdim. Karl'a zarar vermelerini engellemiş olsam bile. Herhalde bunu kastediyordu. Kesin öyleydi çünkü hafif kızarmış bir suratla utana sıkıla yere baktı.

"Hemen gideceğinizi söyledi senin ... Lee. Gitmeden sana bunu vermek istedim." Açık tuttuğu avucunu uzattı. Ortasında bir broş duruyordu. Parlak altından yapılmıştı ve iğnenin olduğu yerde kocaman sarı bir taş vardı. İşlenmemiş ama parlatılmış.

Eline baktım. "Bu bir fibula. Seninki kırılmıştı ya." Karl hediyesi için özür diler gibiydi.
"Çok değerli. Alamam onu" dedim heyecanla. Yine gülümsedi. "Hayır alabilirsin. Ne de olsa senin ki benim yüzümden kırıldı, yani beni kurtarmak isterken. Ancak sana yenisini verirsem içim rahat edecek. Fibulayı pelerinimin boşta kalan ucuna taktı.

Sakince bekledim ama işini bitirip geri çekilmek istediğinde ona sarıldım. Sarılmama karşılık verdi, yutkundum. Belki de bir daha hiç görüşemeyeceğimizi biliyordum. Ben Londra'ya döndüğümde o yüzyıllar önce ölmüş olacaktı. "Onlarla konuştu" diye fısıldadı Karl.

Durakladım. "Ne?" diye sorup ona baktım.

Büyük bir ciddiyetle bakışlarıma karşılık verdi Karl. "Dönüş yolunda sizi izledim. Saldırganları alt eden adam, Ciaran, vurmadan önce onlarla konuştu. Birbirinizle nasıl bir bağınız olduğunu bilmiyorum. Ama sen farklısın. Kendine dikkat et, olur mu?" Daha fazla soru soramadan Lee beni çağırdı. Karl son bir kez gözlerimin içine baktı, gülümsedi ve kayboldu.

"Kafandan geçenler için bir peni."

Kafamı kaldırıp bakınca Ciaran ve Lee'nin meraklı bakışlarıyla karşılaştım. Bilmeyen biri benim ilgimi çekmek için yarıştıklarını sanırdı. Ama ben gayet iyi biliyordum. Neler düşündüğümü merak ediyorlardı. Hemen evi düşündüm. Annemi ve Anna'yı
"Eğer istersen bende kalabilirsin" diye teklif etti Lee anlayışla. Kafamı salladım. "Hayranların ne olacak? Sonsuza kadar sende kalamam. Yakında benden sıkılırsın. En geç bir sonraki randevunda."

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin