Av

18 5 0
                                    

Daha ne olup bittiğini anlayamadan beni tutup hızla mağaradan çıktı. Demin yaptığı gibi kaya çıkıntısının üzerinden örümcek gibi tırmanmaya başladı.

"Örümcek adam yaşıyor" diye mırıldandım kendi kendime.

Lee alçak sesle güldü. "Hayır. Aslında bazen çok da işime yarabilirdi o ağlar. Elflerin çoğu uçabilir. Ama maalesef bana yasak."

Neden uçamadığını soramadan ormanın içinde uçmaya başladık, yani Lee o kadar hızlı koşuyordu ki çevremdeki her şey birbirine karışıyordu. Birkaç saniye içinde ormanın kıyısına ulaştık, önümüzde çayırlıklar ve tarlalar uzanıyordu. Lee durdu.

"İyi ki uçmuyorsun" dedim soluk soluğa. Rüzgârdan nefesim kesilmişti. Lee'deyse en ufak bir tıkanma bile yoktu. İçten içe güldüğünü hissediyordum.

"Güzel. Önce kendimize giyecek bir şeyler ayarlamamız gerekiyor, ardından ne yapmamız gerektiğine bakarız. Ondan sonra eve dönebiliriz." "Eee..."

Kafasının bana çevirdi. "Evet?"
"Ne kadar sürecek bunlar? Ocağın altısında okul başlayacak." Yine güldüğünü hissettim. "Merak etme Fay. Pardon. Felicity. O zamana kadar evde oluruz."

Oh harika. En azından evde kimse beni özlemeyecekti. Annem, nerelere takıldığımı hiç umursamadığını kanıtlamıştı zaten. "Bilgilerini nereden alıyorsun?" diye sordum sonunda. "Yani ne yapman gerektiğini nereden biliyorsun?"

"Normalde talimatları önceden alırım. Önceden olmazsa zaten ilk gün mutlaka ortaya çıkar. Hepsini anlatacağım sana, ama önce giysi bulup etrafımıza bakınmamız lazım. Lütfen o zamana kadar biraz sabret."

Peşimizdekilerden kurtulduğumuz halde Lee beni sırtında taşımaya devam etti. Bir sonraki yerleşim yerine kadar dedi ve koşmaya başladı. Yaklaşık on dakika boyunca sadece farklı kahverengi ve beyaz tonların titreşimlerini gördüm. Bir ara bir kavşakta yönünü belirlemek için çok kısa bir süre durdu. Her şey donmuş ve yoğun bir kırağı tabakasıyla kaplanmıştı. Kabaca sürülmüş tarlaların üstünde toz halinde karlar vardı.

Bu arada ben donuyordum. Lee'nin hızı soğuğun şiddetini üçe katlıyordu. Kuştüyü montuma rağmen ellerimi hissetmiyordum artık. Londra yıllardır kar görmemişti. O yüzden ben de eldivene para harcamamıştım. Ne aptalmışım, param şimdi vergi dairesindeydi.

Lee bir kez daha durduğunda yoldan ayrılmış, küçük bir korunun içinde korunaklı bir yer aramıştı.
Yerimden kımıldamadığımı görünce "Artık inebilirsin" dedi.

"Hayır" diye karşılık verdim. "Benden bu kadar hoşlandığını bilmiyordum." Sesi şakacı ve hoşnut çıkmıştı. "Hoşlanmıyorum" dedim çabucak. "Sadece soğuktan kımıldayamıyorum artık." Beni hemen sırtından indirip sıkıca sarıldı, ellerim vücutlarımızın arasındaydı.

"Nedense sen de yeterince sıcak değilsin" diye sızlandım, dişlerim takırdamaya başlamıştı.

"Üzgünüm. Elflerin vücut ısısı yalnızca 25 derecedir. Koştuğum için biraz daha ısındığımı düşünmüştüm."

"En fazla 25,5 derece."

Lee güldü. Montunu çıkarıp onu da üzerime geçirdi. "Çok da gerekli değil benim için. Soğuğa karşı epeyce dayanıklıyımdır."

"Ne mutlu sana" diye mırıldandım ve iyice sarındım parkasına. Kendine has kokusu sinmişti. Artık bu kokuyu o kadar iyi tanıyordum ki karanlıkta bile takip edebileceğime inanıyordum. Etrafıma baktım. Küçük bir ağaçlıkta duruyorduk, en fazla on tane söğüt ağacı vardı çevremizde. Düz, yuvarlak, karla kaplı bir alan orada küçük bir göl olduğunu düşündürüyordu. Yaklaşık bir kilometre ötede dumanların yükseldiğini görüyordum. Daha dikkatli baktım. Kulübeler vardı. Çürüyüp parçalanmış kazıklardan oluşmuş bir çitle çevriliydiler. Şaşkınlıkla oraya bakıyordum. "Nedir bu? Bir çingene köyü mü?"
Lee sessizce güldü. "Hayır. Burası bir kasaba. Hatta belki de daha büyüğü."
"Peki bizim burada ne işimiz var?" diye sorarak ağaçlığı işaret ettim. "Üstümüzü değiştireceğiz." Donmuş küçük göle gitti ve ayağıyla çok da kalın olmayan buz tabakasına vurdu. Kırık buz parçalarını alıp bir kenara attı ve eliyle suyun üzerine vurdu. "Mildred? Beni duyuyor musun?"

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin