Açıklamalar

13 5 0
                                    

Çok soğuktu. En azından benim için. Karl hiç sızlanmadan ateşin yanına yatıp birkaç dakika içinde uyudu. Ciaran, yirmi beş derecelik elflere özgü vücut ısısıyla, bir kürkün üzerine sakince uzanmış, yıldızları seyrediyordu. Sadece ben titriyordum. Mazeret olarak söyleyeceğim şey: Daha önce hiç dışarda uyumadığım, yerin kar ve buzla kaplı olduğu ve de Antarktika'ya giden araştırmacıların kullandığı eksi altmış derecede bile sıcak tutan McKinley uyku tulumuyla değil, yalnızca üç kürkle yattığımdı. Üstelik onlar da uzun tüylü, kocaman, yünlü kürk örtüler değil, kısa tüylü şömine önü tarzı küçük postlardı.

Ne kadar aptal bir çağ. Ortaçağın romantik olduğunu kim iddia ediyor acaba? Kral Arthur hikâyesi bile iyi gitmiyor. O da Romeo ve Juliet gibi kötü sonla bitiyor: Arthur ölüyor ve en iyi arkadaşı karısıyla kaçıyor. Bunun neresi romantik?

Ya da ben mi çok erken bir zamana denk geldim? Henüz o parlak zırhlardan yoktu ve etrafımızdaki kadınları bu pisliğin içinde Hollywood maceralarındaki Lana Turner ya da Joan Fontaine gibi havalı uzun elbiselerle düşünemiyordum. Burada her şey pratik ve hayatta kalma amaçlı düşünülmüştü. Evlerimizdeki sıcaklığı, banyo yapmayı ve diş fırçasını öyle özlemiştim ki. En azından edepli, sıcak iç çamaşırlarım vardı. Bu da aklıma bana bunları bahşedeni getirdi. Lee neredeydi?

"Üşüyor musun yoksa prenses?" Ciaran'ın yüzü belirdi üstümde. Hiç fark etmemiştim kalktığını. "Seni biraz ısıtayım mı? Hem bu arada konuşabiliriz de." Yirmi beş derece hiç yoktan iyidir diye düşündüm. "Sen nasıl üşümüyorsun?" diye sordum yanıma uzanınca. Sadece pantolonu vardı.

Ciaran üzerimize bir kürk örttü. "Vücut ısım düşük olduğu için fazla sıcaklığa ihtiyaç duymuyorum." Bir koluyla bana sarılmak istedi ama artık bu kadarı da fazlaydı.

İttim onu. "Yeter artık" dedim kesin bir dille.

Ciaran dirseğine yaslanıp bana baktı. Lee gibi iyi gelişmiş, biçimli bir vücudu vardı. Biraz daha geniş ve kaslı belki de. "Evet, anlat bakalım şimdi: Buraya nasıl geldin? Yanlış hatırlamıyorsam yirmi birinci yüzyıla aitsin sen. Ve bir insansın. Ya da ben mi bir şeyleri kaçırdım?"

"Neyse ki elf değilim" dedim ve tombul yanaklarımı sıktım. Ciaran şakama aldırış etmedi. Merakla bekliyordu, ben de anlattım: "Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Noel akşamı ablamla tartıştık, kapıyı vurup çıktım. Londra'dayken bir anda burada, ormanın ortasında buldum kendimi."
Ciaran kısılmış gözleriyle dikkatle bana baktı. "Peki, biz elfleri nereden biliyorsun?"

Hızla kafamı çevirdim. Lee'yi açık edemezdim. Kimseye söylememem için bana yemin ettirmişti. Ama anlaşılan yeterince hızlı davranamamıştım.

"Anladım" dedi Ciaran. "Kuzenim Lee getirdi seni buraya. Böyle bir şeyi nasıl yapabildi, mutlaka sormam gerek ona."

Kuzen mi? Şaşkınlıkla kafamı kaldırdım, neredeyse Ciaran'ın çenesine çarpıyordum. Neyse ki o kafasını çekti.

"Sana söylemedi mi? Babalarımız kardeş."

Kafamı salladım. "Hayır. Lee seni tanıdığımı bilmiyor." Ciaran kaşlarını kaldırdı. "Şu işe bak. Randevumuzu ondan sakladın mı?"

"Daha zamanı gelmedi ki."

"En kısa zamanda telafi ederiz" diyerek güvence verdi hoşnut bir ifadeyle. "Zaman sıçramasıyla neler yapabileceğine inanamazsın. Randevuyu VIII. Henry'nin sarayına çekebiliriz. O nasıl parti yapılacağını iyi bilirdi. Gerçi Lee çok kıskanır."

Bir anda sıcak bastı bana. En azından yüzüme. Ciaran bunu yanlış anladı. "Başka erkeklerle de mi buluşuyorsun yoksa? Lee buna nasıl göz yumuyor?"
"Pek sayılmaz" diye itiraf ettim. "Yani, onu ilgilendirmez aslında. Sonuçta Lee'yle birlikte değilim."
Ciaran'ın gözleri mi parladı ne? Emin değildim ama ağzında kibirli bir gülümseme belirdi kesinlikle. "Bak sen, demek birlikte değilsiniz ha." Ses tonu şaka yapmışım gibiydi.

PAN'IN GİZLİ VASİYETİ (1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin