🍊 hassas kalbin ölümü.

379 48 96
                                    


"Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulur. Ölümleri olur zaferleri öpüşürken yok olan ateşle barut gibi...
En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir. Aynı tat isteği iştahı köreltir
Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, hedefe hızlı giden yavaş kadar geç varır."

Romeo ve Juliet...

Shakespeare gerçekten benim Park Wonbin'e duyduğum türden hisler duysaydı böyle der miydi acaba?

Bunu hiçbir zaman bilemeyecektim.
Tıpkı Park Wonbin 'den nefret ettiğimi düşünürken kendimi nasıl olmuştu da onu yatağına yatırmış çıplak göğsüne öpücükler bırakmaya başladığımı bilmediğim gibi.

O gün ona limonlu kekler getirdiğim gündü, hani Wonbin'in on sekiz saatlik rekor uykusunun beni sanki onun için önemli biriymişim gibi endişelendirdiği günün akşamı.

Onun boğucu odasındaydık, perdeleri açıktı, benim odamın da öyle annem beni merak ettiği için cama çıksa komşulara övünerek anlattığı 'çalışkan ve de eli yüzü düzgün' olan oğlunun mahallenin sevilmeyen kadınının erkek güzeli oğlunu nasıl da açlıkla öptüğünü görse belki de kalp krizi bile geçirebilirdi.

Fakat ben Park Wonbin'in kolları arasındayken elbette ki bunları düşünecek kadar aklım yerinde değildi. Neyse ki anneme de yakalanmamıştık.

Park Wonbin omzuna bıraktığım öpücüklerden hoşnut bir şekilde üzerimdeki tişörtü çıkarmakla uğraşırken onu yormamak için hemen kurtulmuştum elbette. Durumları eşitlemiş olmanın verdiği mutlulukla Wonbin beni üzerinden iterek yanına düşmemi sağladı.

Soğuk parmakları tenimin açıkta kalan her bir karışında keşfe çıkmıştı, simsiyah, boncuk gibi gözlerini benimkilerle kilitlenmişti. Bir elimi onun yanağına yerleştirerek burnunun ucuna minik bir öpücük bıraktım.
Onun da eli tam kalbimin üstünde kaldı.

Hiçbir şey konuşmadık, birbirimizi deliler gibi istiyor olmamıza rağmen dokunmadık bile. O kalbimin ritmini dinledi, ben onun güzelliğini izledim.

Bana demişti ki "Beni öpmek istiyorsun öyle değil mi?". Haksız değildi, zaten bunu da kabul etmiştim. Fakat benim tek derdim Park Wonbin'i öpmek falan değildi, ben ona sadece bakmak değil görmek de istiyordum, dokunmak değil sarılmak da istiyordum, sesini duymak değil dinlemek istiyordum. Ben Park Wonbin'in sustuklarını bile anlamak istiyordum.

Bir pazar akşamı elindeki tozdan bir çıkış kapısı aramasını değil benimle konuşmasını istiyordum, Jung Sungchan'ın ona ahlaksız dokunuşlarıyla annesini unutturmaya çalışmasını değil benim kollarımda uyuya kalmasını istiyordum. Sınıfın sessiz, kötü çocuğu olarak en arka sırada camın önünde uyumasını değil kafasını omzuma yaslayıp onunla beraber Zola, Flaubert okumak istiyordum...

Belki de çok şey istiyordum.

Onun dipsiz bir gölden farksız gözlerindeki kırgınlığı izlerken düşündüğüm şey buydu.

Onun vücudundaki her bir morluğun, gözlerinden düşen her bir gözyaşının hesabını sormak, Park Sooyoung'a bile bağırmak istiyordum.

Fakat Wonbin beni hiçbir zaman hayatına o kadar dahil etmeyebilirdi.
Ve ben de karşısına geçip ona karşı hissettiğim her bir duyguyu tek tek anlatabilecek bir tip değildim.

Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum, akşam meltemi hafifçe çıplak göğüslerimize çarpıyor, Wonbin'in uzun kahküllerini hafifçe yalayıp geçiyordu.

Annem odama çıkıp camdan dışarı bakabilirdi, ama bakmamıştı fakat Park Sooyoung sanırım evde benimde olduğumu hatırladığından bir anda kapıyı açıpta odaya girince şok olmuştum.

fourth of july ✷ eunbin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin