...Park Wonbin'in beni koridorun ortasında tüm utancımla terk edip Jung Sungchan'ın koluna girdiği günün üzeriden tam 4 gün geçmişti.
Bu süre zarfında her şey olağandı. Okula gidip geliyor, sıkıcı dersleri nefret ettiğimiz hocalardan dinleyip Park Wonbin ile aynı yolun farklı taraflarından evlerimize gidiyorduk.
O konuşmanın üzerine tek kelime bile etmemiştik. Hatta yanlışlıkla olsa bile gözlerimizi dahi kesişmemişti. Ben, o uyuduğu zaman ona bakıyordum yine fakat onun benim olduğum tarafa döndüğünü bile hiç görmedim.
Akşamları eve gittiğimizde perdeleri yine açık oluyordu, uyurken, gitar çalarken, boş boş duvarı izlerken, duştan çıkarken ve hatta kıyafetlerini değiştirirken bile onu gizleyen tek şey dolabının ince kapağı oluyordu.
Onun odasını görebilecek tek oda benim odamdı, ilk günden beri camda sigara içerken ona defalarca kez yakalanan benim odam...
Park Wonbin benden utanmıyor muydu yoksa umursamıyor muydu bilmiyorum ama günün her saati kafamı camdan çıkardığım an onu görebiliyordum.
Bu beni rahatsız etmiyor, aksine olağan hayatıma Park Wonbin'in renkleri giriyor, benimde farkında olduğum bir şekilde onun büyüsüne yavaşça kapılıyordum.
Dışarıdan gerçekten de pembe görünen hayatının içindeki siyah bir noktaydı. O kalabalık çevresinin, gencecik annesinin, peşinden koşan onlarca kız ve erkeğin, sahte arkadaşlarının arasında yapayalnız biriydi Park Wonbin. Onu izledikçe ne kadar kimsesiz, karamsar ve ağır bir depresyonla savaşmakta olduğunu fark ediyordum. Herkesin gözleri önüne ışık saçan Park Wonbin içten içe soluyordu ve bunu kimse görmüyordu.
Sigara içtiğine hiç şahit olmamıştım fakat ertesi gün ilk provamızın olduğu bir pazar gecesi onu odasında bir şeyler çekerken yakalamıştım. Perdeleri hep olduğu gibi açıktı. Çektiği şey neydi bilmiyordum ancak çok güçlü bir şey olduğunu sadece onu izlerken bile anlayabilmiştim.
Evet, onu öylece izlemek yerine annesine haber vermeliydim belki fakat ona baktıkça sanki onun ihtiyacı olan şey buymuş gibi hissettirmişti. Çünkü Wonbin geceleri uyuyan birisi değildi, ya da yüzünde hafif bir tebessüm ile huzurlu bir şekilde oturan birisi değildi.
Yarım saat kadar kendi kendine kahkahalar attı, sonra yüzündeki gülümseme devam ederken yatağına girdi.
Ben de Park Sooyoung'un odasının ışığını kontrol ettim. Merak ediyordum çünkü Park Wonbin günlerce odasından çıkmasa, yemek yemese, okula gitmese bile gelip bir kez olsun bakmıyor, Wonbin'in savaştığı depresyonu görmüyordu.
Işığı yine yanmıyordu.
Her zamanki gibi.
Park Sooyoung haftanın çoğu gecesi olduğu gibi yine evde yoktu. Odasının ışığı kapalıydı. Park Wonbin kafası güzel bir şekilde kendinden geçerek uyuya kalmıştı. Ve o sabah yüzünde ağlamaktan akmış boyalar ve süslü elbiseleriyle, elindeki anahtarı kapının deliğine dakikalarca sokmayı beceremeyecek kadar alkollü bir şekilde gelirken yüksek topuklularının Park Wonbin hariç tüm mahalleyi uyandırması umrunda olmadan odasına çıkacak, güneş yeni doğmuş olmasına karşın turuncu ışığını açacak ve tekrar akşam olana kadar soluksuz bir uykuya dalacaktı.
Herkes Park Wonbin'in pahalı ayakkabılarının nasıl alındığını yahut katılımı zorunlu olan veli toplantılarına neden hiçbir zaman Park Sooyoung'un katılmadığını sorgulamayacak kadar aptaldı.
Evde Wonbin ve annesi dışında kimse yoktu. Komşular Park Sooyoung'dan nefret etmesine karşın Wonbin 'e dünya üzerindeki tek çocukmuş gibi davranıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
fourth of july ✷ eunbin ✓
FanfictionFakat 4 temmuz sabahı, tam da yarışmanın yapılacağı gün evine gittiğimizde Park Wonbin, bir daha dönmemek üzere beni, bizi, ayva ağaçlarını, her şeyden çok sevdiği gitarı Alice 'i , yazları köşedeki dondurmacı da çalışarak biriktirdiği parasının her...