Volkan Tınaz,
Yaklaşık on üç yaşlarında falandım. Babam bizimle akşam yemeği yedikten sonra gelen mesajla üst kata çıkmıştı. Ben ise peşinden ilerlemiştim çünkü mesajda Aslan ismini görmüştüm. Ne olduğunu merak ediyordum. Bu yüzden kulağımı her zaman olduğu gibi babamın odasının kapısına dayadım.
"Evet, Aslan'ı okuldan aldık abi." Telefondan gelen cızırtılı seste adam aynen böyle söylüyordu. Yutkundum. Babam Aslan'ı neden istemişti?
"Güzel," dedi babam. "Götürün depoya biraz dayak atın. Ben bir saate gelirim."
"Tamam abi." Telefon kapandı ama babamın şu sözlerini duydum: "Sen Mehmetimin katilisin çocuk, sana merhamet yok." Aslana işkence mi çektiriyordu gerçekten?
Derin bir nefes aldım ve korkuyla odama kaçtım. Mehmet'in gerçek katilinin ben olduğumu bilse, bana ne yapardı? Aslana yaptıklarını duymuştum, ağır şeylerdi. Bana daha kötüsünü yapar mıydı? Yatağımın kenarına oturdum ve ellerimi kulaklarıma kapattım.
Mehmet'i ben öldürmüştüm, Aslan değil. Bunu kimse bilmiyordu. O hastanede bir yastık alıp öz kardeşimi öldürdüğümü kimse bilmiyordu. O an öyle gözüm dönmüştü ki, Mehmet'e verilen sevgi o kadar canımı sıkmıştı ki onu öldürmüştüm. Onu öldürdüğümü dakikalar sonra farkettiğimde mahvolmuştum. Sanki o an, benimde bedenimde ben harici birisi vardı.
Sevgisiz kalmış yanım bir de katil olup çıkmıştı ama itiraf edemezdim, onu öldürdüğümü bilmelerine izin veremezdim. Babam, beni öldürürdü.
Aslanı öldürmekten beter ediyordu.
Yine de elimden bir şey gelmezdi çünkü ben onun kadar güçlü değildim, Aslan kadar dayanamazdım. O sevgisizliğe, şiddete ve bir katil olmaya kendini adapte etmişti. O buna alışmıştı. Şimdi öylece kendimi de yakamazdım. Korkuyordum ve çocuktum, beni anlamak zorundaydı.
Odamda bir saati geçik sürede ağlamıştım. Ve daha sonra bahçede duyduğum sesler ile pencereye koşmuştum. Aslan oradaydı, hemen babamın karşısında. Kolları, sırtı, göğsü ve ayakları yara bere içindeydi. Ağlıyordu ve gözleri kapalıydı. O daha on üç yaşında bir çocuk diye geçirdim içimden.
Nasıl dayanıyordu tüm bunlara?
Ben dayanamazdım.
Onu bir arabaya bindirdiklerinde hızla aşağıya indim. Belki de onu kurtarmanın bir yolunu bulurdum. Aşağıya indiğimde babam bahçede Rüstem abi ile konuşuyordu. "Nereye götürüyoruz onu?"
"Mehmetin mezarının oraya."
"Abi,"
"Sus Rüstem, çocukları da durdurmuşsun zaten depo da. Sinirliyim sana, sus."
"Abi ölecek çocuk üzülmekten, yapma eyleme." Dedi Rüstem. "Bak annesine verelim, çekmiş acısını."
"Bin arabaya canımı sıkma Rüstem." Babam arabaya ilerleyip arka koltuğa bindiğinde başımı kaldırıp Rüstem abiye baktım. Benimle göz göze geldiğinde kaşları çatıldı. Hızlı adımlarla yanıma geldi.
"Küçük bey burada ne işiniz var?" Diye sorduğunda yutkundum.
"Aslana ne yapacak babam." Rüstem abi başını iki yana salladı.
"Sen içeri gir, düşünme bunları."
"Rüstem abi Aslan çok korkar," dedim. "Bende geleyim mi sizinle? Babam çok acımasız davranıyor ona, belki yardım ederim."
"Kendine de zarar verirsin evlat, yapma böyle."
"Abi lütfen." Dedim hızla. "Senin arabandan hiç çıkmam, söz."
Nefesini verdi ve babamın arabasına baktı. Bahçeden çıkmıştı. Rüstem abi bana döndü ve gülümsedi. "Seninle Aslan'ı kurtaralım mı evlat?"
Hevesle başımı salladım. En azından bu kadar Aslana borcumdu. Benim yerime çektiği onca acı varken en azından onu bir kez olsun kurtarabilmeliydim. Rüstem abi bana her şeyi anlattıktan sonra arabasının arka koltuğuna oturdum. Bir buçuk saatlik bir yolun ardından bir yerde durduğumuzda saklandığım yerden, ormanda olduğumuzu gördüm. Ve daha sonra aslında mezarlık olduğunu fark ettim. Mehmet'in mezarına gelmiştik cidden.
"Sana işaret verdiğimde çık," dedi. "Ben seni yarım saat sonra almaya geleceğim. Tamam mı?"
"Tamam abi."
Ve daha sonrası belliydi. Bir saat vakit geçmişti. Gözlerimin önünde Aslan'ı diri diri mezara gömdüler. O an öyle çok korktum ki, oturduğum koltuğa sinmek ve buradan kaçmak istedim. Ama yapamazdım. Bir kez olsun Aslan'ı korumam gerekiyordu.
Bütün herkes bu tarafa yöneldiğinde arabaya yöneldim. Yaklaşık bir on dakika daha muhabbet ettikten sonra herkes arabalarına doluştu. Aynı şekilde Rüstem abi de arabaya geldi.
"Volkan," dediğinde başımı çıkardım. "Kilitleri açtığım an sağ kapıdan çık ve çalının arkasına saklan. Ben seni tekrar almaya geleceğim."
"Tamam abi." Ve kapıyı açtı. O kapıdan çıkıp dediği çalıya saklandım. Ve herkes tek tek ayrıldığında gözlerim sadece onun mezarında bulunuyordu, Aslan'ın. Yanında ki mezara bakmak bile istemiyordum.
Hızla o tarafa koşup çalının altından aldığım kürekle yarım saat boyunca o mezarı kazdım. Tam yarısına gelmiştim ki Rüstem abi geldi. Benimle birlikte o da mezarı kazdı. Ve daha sonra mezarın içine girip kapağı açtım. Aslan'ın korku dolu yüzü benim yüzüme sabitlendiğinde yutkundum.
Bir süre sonra daha fazla ağlamaya başladı ve şöyle dedi: "Mehmet, sen ölmemişsin!" Ve o an, anladım ki Aslan'ın akıl sağlığı da mahvolmuştu. Bana sımsıkı sarıldığında ve beni Mehmet sanarak kollarımda ağladığında sustum..
Aynı hayatımın geri kalanında yaptığım gibi.
Ben en iyi bunu yapardım zaten. Ben çok güzel susardım, saklanırdım.
"Geçti." Diyebilmekten başka hiçbir şey yapmamıştım. Kollarımda uyuya kaldığında onu eve götürüp annesine teslim etmiştik. Rüstem abi annesini iyice tembihledikten sonra beni de alıp eve geçmişti.
Belki de o an, Aslana yaptığım son iyilikti. İlk ve son.
Ben bencil bir adamdım.
Ben, babamın oğluydum.
...
16.03.2023 📌
Yirmi dördüncü madde Aslan için yarım kalması gereken bir kitap olsa da, bu sahneyi yazmayı çok istedim. Çünkü her şey yarım gibi gözüküyor olabilirdi ama değildi.
Bu sahne aklıma ilk geldiğinde çok ağlamıştım. Aslan psikolojik sorunları olan bir çocuk, aynı abisi Volkan gibi.
Belki de Tınaz ailesinde aklı yerinde olan tek kişi Bilgin'di.
Her neyse, hepinizi öptüm. Görüşmek üzere<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
24. MADDE
Teen FictionYaşam, ölüm ve Araf. Yarım kalan vedalar, sevda'ya iz kalmış aşklar. Uzun yolculuklar ve sonu gelmeyen tükenmişlikler. 18'de vazgeçilen hayatlar, 24'lük umutlar, 19'da yapılan vedalar. Sayılar ve insanlar. Ben Turna Sarper, bu benim hikayem.