Sonbaharın uğursuz esintileri, kuruyup düşmekte olan çelimsiz sarı -kimi zaman kırmızı- yaprakları bir sağa bir sola savuruyordu. Arada sırada etrafta dolaşan ölülerin fısıltısı da bu ahenkli ortama ses getiriyordu.
Mir, babasını terk edip Lumpus'u bulmak için yola çıkmıştı. Ona yardım etmek, gerekirse bebeği beraber koruyup kollamak istiyordu. Esme'nin ölümünde Lumpus'un bir suçu olmadığının gayet farkındaydı. İyi niyetli olduğunu biliyordu. Onların izini otobana kadar sürmüştü. Arabası yoktu. Bu nedenle yürüyerek seyahat ediyordu. Belki bir haftayı geçmişti. Ölüler onu sürekli bulmasa belki bu kadar yavaş ilerlemezdi, kim bilir?
Otobanın kenarından yürüyordu -aslında hiç çalışan araba yoktu kenardan yürümese de olurdu- Birkaç saat daha ilerledi, yolda gelirken gördüğü her ölüyü -tekrardan- öldürdü. Hatta önünde olmasalar, ormanın içinde dahi seslerini duysa gidip onları öldürüyordu. Bunun bir çeşit merhamet göstergesi olduğunu düşünüyordu. Belki de bu yaptığıyla ölülerin gerçekten öldüğünde cennete gittiklerine inanıyordu.
Az daha ileride yine bir inilti duydu. Anlamsız sesler çıkarmakta olan bu yürüyen cesedin sesine doğru giderken daha hızlı ilerlemeye başladı. Ancak yanına ulaştığında bu ölünün bağlı olduğunu gördü. Yüzünden ısırılmıştı. Bir süredir de bu halde olduğu belliydi. Adamın fermuarının açık olduğunu gördü ve penisi kökünden kesilip yanına atılmıştı. 'TECAVÜZCÜ BIRAKIN DÖNÜŞSÜN' derin bir iç çekti ve onu oracıkta bırakıp yoluna devam etti. Belli ki cennete gitmeyi hak etmediğini düşünüyordu.
Arada araçların kapılarını zorluyor; içlerinden kendine ne lazımsa yağmalıyordu. En sonunda Lumpus'un aracının da orada olduğunu fark etti. Mir, biraz korkmuş görünüyordu. Adımlarını yavaşlattı ve dikkatlice eski pas yığınına baktı. Camdan içeriye doğru baktığında içinin boş -yer yer erzaklar ve ilaçlar bulunuyordu ama kimse yoktu- olduğunu gördü. Arabanın arka sağ kapısını açıp baktığında da dikkatini çeken ilk şey bebek koltuğunun kanlar içinde olduğuydu. Ama bu kanlar o kadar kurumuştu ki. Acaba Lumpus bebeğini kayıp mı etmişti? Arabadan biraz malzeme alıp çantasını tıka basa doldurdu. Dış tarafına baktığında da epey kirlendiğini far ketti. Muhtemelen büyük bir sürüyle karşılaşmışlardı. Mir, arabanın kapısını kapattığı sırada kulağının yanından bir mermi geçti.
"Olduğun yerde kal!" bir kadın sesiydi.
Mir, elleri havada bir şekilde arkasını döndü. Gözlerine inanamadı. O ablasıydı. Bu olayların başlangıcından beri ailesindeki herkes onun öldüğünü düşünüyordu. "D-Delfin!"
Delfin, şaşkın ve dolu gözlerle Mir'e bakıyordu. "İnanamıyorum!" koştu ve Mir'e sıkıca -yaklaşık yarım dakika- sarıldı. Bu esnada ikisi de gözyaşlarına hakim olamadı.
"Öldüğünüzü sanıyordum. Sizi çok aradım ama..." Delfin gözlerini kaçırdı.
"Biz de senin öldüğünü düşünüyorduk, çok aradık. Nihayet buldum seni!"
"Hasretimizi sonra gideririz. Buraya gelmekte olan gerçekten büyük bir sürü var. Onlar iyice yaklaşmadan seni güvenli bir yere götürmeliyiz." Mir, Delfin'i haki yeşili gözleriyle onayladı.
Delfin, Mir'in -tıpkı küçük bir çocuk gibi- elinden tutup onu peşinde koşar adımlarla sürüklüyordu. "Gel, bu taraftan." Otobandan oldukça uzaklaşmış, bir toprak yola sapmışlardı. Burası oldukça temiz bir patikaydı, sıklıkla kullanıldığı belliydi.
"Ormanda mı yaşıyorsun?"
Delfin, bir saniyeliğine durdu ve Mir'e dönüp cevap verdi. "Şimdi konuşmanın sırası değil." ve onu sürüklemeye devam etti. Gerçekten çok uzun bir süre yol aldıktan sonra durdular. Önlerinde birkaç sıra gergin ip -tıpkı bir çiftlik çiti gibi- ve birbirlerine oldukça yakın bağlanmış teneke kutular duruyordu. Bu bir alarm sistemiydi. Mir de buraya gelene kadar bu sistemi sıklıkla kullanmıştı -genellikle sadece ölülerde işe yarıyordu- İpleri de aştıktan sonra Mir, kendini büyük bir kampın içinde buldu. Kasalı araçlar, karavanlar ve arazi araçları vardı. Çarşaf ya da düz bezlerin iki taraflarını araçlarına iki tarafını da toprağın içine gömdükleri kazıklara bağlayıp kendilerine çadır -tabi çadır denebilirse- yapmışlardı. Mir, en az on kişi saymıştı.
"Sen burada bekle." Deflin, aceleyle Mir'in yanından uzaklaştı. Mir de öylece ortada duruyordu. Herkes de ona bakıyordu. O da kendini çıplak hissediyordu. Bir ses Mir'i bu utanç duygusundan çekip kopardı. Bir bebek ağlıyordu. Mir, bu ağlayan bebeğin Lumpus'un olabileceğini düşündü ve sese doğru yavaşça yürümeye başladı. Adam, soğutucunun üzerine oturmuş -sandalye gibi kullanıyordu- kucağındaki bebeği susturmaya çalışıyordu. Mir, siyahi adama omzundan dokundu.
Lumpus, Liya'yı hızlı bir şekilde yere bırakıp sağ omzuna dokunan nasırlı eli kolundan -sol eliyle- tutup hızlı bir şekilde önüne doğru aldı ve onu tek hamlede yere yapıştırdı. Bu önünde yere yığılan kişi Mir'in ta kendisiydi. Lumpus, Mir'in üzerine çıktı ve ağırlığını onun kalkamaması için iyice bastırdı. Kollarını da tutuyordu. "Demek izimi buldun. Amacın neydi? Beni ve minik bebeğimi öldürmek mi?" Lumpus, konuşurken ağzından tükürükler fışkırıyordu. Mir, tiksintiyle yüzünü ekşitti.
"Lumpus dur! Yanlış anlıyorsun."
"Ne yani, buraya benim izimi sürerek gelmediğini mi söylüyorsun?"
"Yani teknik olarak öyle ama beni dinlemen gerek." Lumpus, hala Mir'e bası uyguluyordu.
Delfin, hızlıca koşarak Lumpus'u yere düşürmek amacıyla sol tarafından ittirdi. Ama Lumpus, o kadar iri yarıydı ki elli kilocuk Delfin'in onu tek başına yere sermesi imkansızdı. Lumpus, kafasını Deflin'e doğru çevirdi ve gözlerine baktı. "Onu tanıyor musun?"
"O benim kardeşim!" Delfin daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Lumpus, ağzı açık bir şekilde Mir'in ellerini bıraktı daha sonra da üzerinden kalktı.
"Oh, teşekkürler. Sanırım birkaç kaburgam kırıldı." Mir, samimi olmaya çalışıyordu.
"Sadede gel, neden geldin?" Delfin arada Lumpus'u dürtüyordu.
"Öncelikle, gelirken arabanızın halini gördüm. Siz ikiniz iyi misiniz?" dedi bebeği göstererek.
Lumpus, derin bir iç çekti ve gözlerini devirerek Mir'e baktı. "Birkaç hafta önce, bilemiyorum belki bir ay; otobanda giderken çok büyük bir sürüyle karşı karşıya geldik. Uzun bir süre yaklaşık bir hafta kadar arabanın içinde yaşadık. Liya, çoğu zaman ağladığı için bir grup ölü bir türlü gitmek bilmedi. Bu arada torpidoya tam üç kez sıçtım gördün mü?" Mir, kaşlarını kaldırdı ve ağzını büzdü. Lumpus, devam etti "Ve o bir haftanın sonunda Delfin çıkageldi. İnanabiliyor musun? Neredeyse tam bir düzine ölüyü tek başına hakladı. Gerçekten büyüleyici bir kadın!" Delfin hafif kızardı.
Lumpus, Mir'in boş bakışlarını yarıda kesti. "Sıra sende."
"Aslında başta babamla beraber seni takip ediyorduk." Delfin Mir'i yarıda böldü. "Babam yaşıyor mu?" Mir, kafasını onaylar şekilde salladı ve devam etti. "Seni öldürmeye yeminliydi. Ve benim iz sürme yeteneğimi de kalbini hırs bürümüş şekilde kullanıyordu. Onu yarı yolda bırakmasam seni muhtemelen bulacaktı. Bana Liya'yı senin gözlerinin önünde öldürüp daha sonra da seni öldüreceğini söyledi." Lumpus, kaşlarını çattı. "Ben de ona daha fazla devam etmek istemediğimi, ona takıntılı ve sapık biri olduğunu söyledim. Yanından ayrılırken bana ateş etti ve mermi omzumu sıyırdı. Ben de yanından koşarak uzaklaştım."
"Demek yaşıyor ama hala bir pislik, ha?" Delfin'in sesi buruk ve kırgındı.
"Aslında iyiye gidiyordu. Esme öldükten sonra..."
"Esme öldü mü?" Delfin'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Mir, kafasını salladı.
"Evet, ısırılmıştı." Mir, imalı gözlerle Lumpus'a onun sol kolunu işaret etti. Lumpus, kaşlarını kaldırdı. Belli ki ısırıldığından Delfin'in haberi yoktu.
Ve az sonra, Liya ilk adımlarını atmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ISIRIK İZİ (tamamlandı)
HorrorYorgundu ama bunu ondan başka yapıcak kimse yoktu. Nefes nefese diğer ölüleri de iterek ya da tutarak bir şekilde kendinden uzaklaştıra uzaklaştıra öldürmüştü -yani tamamen- ancak dördüncü ölüde bıçağı takılı kalmıştı ve ne kadar uğraştıysa da geri...