Sevdikçe Büyürüz

919 96 30
                                    

Selamm. Şu anlık ficin en uzun bölümü bu. Umarım okurken sıkılmasınız. Bu bölüm Taehyung'un düşüncelerini daha iyi anladığımız bir bölüm. Umarım duygularını size hissettirebilmişimdir.

İyi okumalar...

Kafedeki garsonu görmemin üzerinden 2 gün geçmişti. Tabii ben bu süre zarfında onu aklımdan asla çıkaramamış, her gözümü kapattığımda çehresinin gözümün önüne gelmesini engelleyememiştim.

Garip hissediyordum, daha adını bile bilmediğim, sürekli garson, tavşan diye hitap ettiğim birine karşı garip hisler besliyordum. Ve Ben Kim Taehyung bu hislerden delicesine korkuyordum.

Bugün yine o kafeye gidecektim. Heyecanlıydım. Ne içindi bu heyecanım? O çocuğu görme ihtimalim olduğu için mi? Yoksa heyecan sandığım bu şey, hislerimden duyduğum korku muydu? Bilmiyordum. Kahretsin hiç bir şey bilmiyordum ve bu belirsizlik beni ölesiye korkutuyordu. Bu belirsizliği duygularımın üstüne düşünerek giderebilirdim belki ama korkağın tekiydim ben, özellikle de duygularım söz konusu olduğunda. Bundan nefret ediyordum.

Bugün her zamanki gibi sabahtan işe gitmiştim. Her zamanki gibi sıkıcı ve monoton olan birkaç saatin sonunda şirketten çıkabilmiştim. Bundan sonra yapacağım şeyse belliydi; o kafeye gidecektim.

- İki gün önce sıkılarak girdiğim o kafeye kalbim ağzımda giriyordum. Bu hissettiğim artık her neyse -heyecan veya korku- umurumda değildi. Umurumda olan tek şey ise o tavşan çocuktu. Neden olduğunu ise bende bilmiyordum, şu anlık. Bu düşüncelerle kafenin kapısından içeriye girdim. Her zaman Yoongi ve Namjoon ile oturduğumuz masaya doğru ilerledim ve beklemeye başladım. Birkaç dakikanın sonunda güler yüzüyle, bana doğru gelen, tavşan çocuğu gördüm. Oturduğum yerde hafifçe kıpırdandım. "Hoşgeldiniz, Efendim." diye konuşmasına karşılık olarak, gülerek "Hoşbuldum" dedim. Menüyü önüme koydu. "Siparişinizi vermek için hazır olduğunuzda seslenebilirsiniz" "Ah tabii ki şey..." "Jungkook, Efendim." dedi gülümseyerek. Buna karşılık bende gülümseyerek "Tabi, Jungkook" dedim.

Sonunda ismini öğrenmenin verdiği rahatlıkla arkama yaslandım. Hemen Instagrama girdim ve arama kısmına Jungkook yazıp arattım. Tabii ki hiç bir işe yaramadı.

Kore'de ne kadar Jungkook olduğunu düşünürsek işe yaramaması da normaldi. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından alacağım şeyde karar kıldım. O sırada elinde başka tabaklar taşıyan Jungkook'a seslendim. "Jungkook! Bakabilir misin?" "Tabii hemen geliyorum, Efendim." diyerek mutfağa doğru yöneldi. Bense o anda gülümsemesine dalmıştım bile. Anlayamıyordum gerçekten. Bir insanın gülümsemesi, en ufak bir tebessümü nasıl böyle güzel olabilirdi. Bir insanın gülümsemesi bile bu kadar kusursuz olabilir miydi? Yoksa o kusursuz değildi de ben mi duygularım yüzünden kör olmuştum? Bilmiyordum fakat öğrenecektim, kesinlikle öğrenecektim.

Ben bunları düşünürken Jungkook yanıma gelmiş ve bana seslenmişti, bense düşüncelerimden zar zor sıyrıldım. " Efendim, hey!" "Pardon dalmışım" diyerek istediğim kahvenin adını söyledim, gülümseyerek. Jungkook ise hemen getireceğini söyleyerek uzaklaştı. O giderken ben tabii ki onu izliyordum. Ta ki onu göremeyeceğim bir yere gidene kadar.

- Kafeye gelmem, tavşan çocuğun adını öğrenmem ve sipariş verdiğim kahvenin başka bir garson tarafından getirilmesinin üzerinden yaklaşık bir saat geçti. Bu süre zarfında Jungkook'la konuşmak dışında herşeyi yapmıştım, kahvemi içmek, telefonla konuşmak, boş boş Instagram'da dolaşmak vesaire. Bunun üzerine burada daha fazla kalmamaya karar verdim, eşyalarımı toplayarak masadan kalktım ve kasaya doğru yürümeye başladım. Buraya geldiğimde kasada çalışan kişi kafeden çıkmış, yerine Jungkook geçmişti. Bu da demek oluyordu ki Jungkook'la konuşmak için bir şansım daha vardı. Biraz heyecan barındıran sesimle hesabı ödemek istediğimi ve herşeyden memnun kaldığımı söyledim. O ise her zamanki gibi gülümseyerek cevap verdi. "Teşekkür ederiz. Tekrar bekleriz." Aklımdan bok beklersiniz demek geçsede tabii ki bunu yapmadım. "Geleceğim teşekkürler." diyerek kafeden ayrıldım ve arabaya binip eve gitmeye başladım.

- Eve geldiğimde her şey diğer günler ile aynıydı eve gel, kendine bir şeyler hazırla, film veya dizilere bak, Tan ile oyna, biraz kitap oku ve yat. Bu periyottaki son eylemi gerçekleştirecektim fakat yapamıyordum. Zihnim sanki bana oyun oynuyordu. Aklıma sürekli o geliyor, uykumun kaçmasına neden oluyordu. Sanki kafamdaki bütün sorular oydu, bütün cevaplar da.

'Sanki o her cevabımdı hem de her bilmecem.'

Bu gerçek yüzüme bir tokat gibi çarptı ve o kafeye gitmesem onu görmeyeceğim gerçeği kalbimi sıkıştırmaya, nefesimi sekteye uğratmaya yetti. Böyle bir güzelliği görmeyecek olmak o kadar korkunçtu ki. Bu düşüncelerime rağmen hâlâ sakindim fakat. Sakin kalamazdım benim olacağını bilmesem. Benim, benim tavşan çocuğum, Jungkook'um. Kafamda bu kelimeleri bir süre tekrar ettim. Ona benim demek o kadar hoşuma gitti ki. Yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu. Biraz daha ileri gidip sevgili olduğumuzu hatta evlendiğimizi düşündüm. Ah hayali bile çok güzeldi.

Şirketten yorgun bir şekilde çıktığımı onun da yorgun bir şekilde işten çıktığını hayal ettim. Belki de sırf o yorulmasın diye işten çıkmasını isterdim ve o beni evde beklerdi. Eve geldiğimizde beraber yemek hazırladık. Gerçi ben bu konuda pek iyi sayılmam ama onun için çabalardım. Beraber yemek yedikten sonra beraber bir şeyler izlerdik, belki kolum onun omzunda olurdu yada o benim göğsüme yatardı. Sonra da beraber yatak odamıza gider birbirimize o gün neler yaptığımızı anlatırdık.

Bu hayallerle hem uykum gelmiş hem de güzellikleri karşısında nutkum tutulmuştu ama bazı sorunlar vardı.

Birincisi yönelimini bilmiyordum erkeklerden hoşlanmıyor olabilirdi yada benden hoşlanmayabilirdi.

İkincisi sevgilisi olabilirdi ki bunu olmasını hiç istemezdim.

Üçüncüsü homofobik olabilirdi ve bu benden de nefret etmesine sebep olabilirdi.

Sanırım bu üç ihtimalden en çok acıtan da buydu. Onun benden nefret ettiğini düşünmek...
Ah tek kelime ile korkunçtu.

Korkunç.

Dördüncüsü yaş farkını çok fazla önemseyen biri olabilirdi. Yaşını bilmiyordum aslında. Ama benden küçük olduğu kesindi. Sanırım on sekiz yada on dokuz yaşlarındaydı. Ama önemli değildi, sevdikçe büyürdük. Değil mi?

Ben hiçbir zaman yaş farkını önemseyen biri olmadım, önemli değildi benim için ama onun için önemliyse, ne yapardım bilemiyorum. Daha benim adımı bile bilmeyen birine karşı bu düşüncelerim, hislerim, hayallerim çok mu fazlaydı? Ona bunları söylesem korkar mıydı benden? Çekinir miydi? Uzaklaşır mıydı? Bilmiyordum. Ne kadar bunun üstüne düşünsem de sonucunda vardığım tek şey boşluktu.

Koca bir boşluk.

Bunun nedeni ise onun hakkında sadece adını biliyor olmamdı. Ne yapıp edip bir şekilde hakkında daha fazla bilgi almalıydım fakat bunu nasıl yapıcaktım? Hadi yaptım diyelim. Elde ettiğim bilgiler adı yaşı gibi şeyler olucaktı. Bunları bilecek olsam bile onu tanımama yetmezdi. Neler yapmayı sevdiğini, neler yapmayı sevmediğini, fobilerini, alerjilerini merak ediyordum. Bilmek istediklerim bunlarken adını, yaşını, burcunu ne yapacaktım. Bunları bilmenin tek yolu ise onunla konuşmaktı.

Ben hiçbir zaman konuşkan biri olmadım. Özellikle ilk okula gittiğim zamanlarda asla öğretmenlerden söz hakkı istemez, sınıftakilerle konuşmazdım. Gerek duymuyordum aslında. Benim gözlerim konuşurdu. Duygularımı gözlerime yansıtır, karşımdaki kişinin beni anlamasını beklerdim. Kimse bunu yapamadı. Yada ben bulamadım bunu yapabilecek kişiyi. Umarım bu kişi Jungkook olurdu.

Böyle düşününce bahsettiğim kişinin Jungkook olmasını ne kadar çok isteğimi fark ettim. O en alakasız hayallerimin bile içinde kendine yer bulabiliyordu ki bu hayaller hep geleceğim ile ilgiliydi. Anladım ki o olmadan bir gelecek düşünemiyordum.

Bu farkındalık ile karar verdim. Yarın o kafeye gidecek ve Jungkook'la konuşacaktım. Tabii önce cesaretimi toplamalıydım. Bunu nasıl yapacağım ise tam bir muammaydı.

_ARTEMİS_

CafeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin