Multi: Ateş Miranlı.
-
Hastaneden ayrılalı en az on beş dakika olmuş olmalıydı. Aklını saatten alı koyamıyordu, sabaha kadar beklediği hatta uyuduğu hastaneyi sonunda terk edebilmişlerdi. Hantallaşmış, uyuşmuş kollarından dolayı sürdüğü arabanın direksiyonuna hakim olamalıyordu sanki.
Zorlukla tuttuğu direksiyonla, kapanmak üzere olan uykulu gözlerle şoför koltuğunun yanındaki boşluğu dolduran sarımsı saçlara sahip olan kadından bakışlarını eksik edemiyordu. Yarı uykulu hatta dalmak üzere olan kardeşinin karısına aralıklı bir şekilde dikiz aynasından gizli bakışlar atıyordu.
Derince burnundan solmasıyla kendini toplamaya çalışması işe yaramamıştı. Az da olsa neler oldu diye düşünmeden edemiyordu, birden bire kendini aile dramının içinde bulmuştu. Kardeşinin bir kaç aylık halime olan karısını hastaneye yetiştirip çocuğunu kurtarmış olması bir şans eseri olmalıydı? Allahın tatlı bir lütfü. Sanki onun gelmesini bekliyormuş gibi gelişen olaylar aklını çeliyordu.
Çağan denen o kardeş bozuntusunun yaptığı lanetlikler bir türlü bitmiyordu. Küçüklüğünden beri kıskançlık besleyen küçük kardeşini anlamakta her zaman zorluk çekmişti. Kendisinin ağa olmasını isteyen babasından dolayı omuzuna yüklenen onca yükten dolayı gitmişti. Geldiğinde kendini rahatlamış hissetmişti ki o rahatlıktan bile payını almamıştı.
Ahmet ağa'nın konağında kim mutlu olabilirdi ki?
Ellerine sürdüğü kanın ızdırabını elbette çekecekti babası. En azından bu sorumluluğun kendinde olmaması ona mutlu etmişti. Yoksa şu an yanında oturan o masumluğun simasına bakamazdı, sol elini radyoya uzatarak az bir şekilde sesini açtı. Kendisinin duyup, Asel'in rahatsız olmayacağı türden ayarlamıştı radyoyu.
Eve varmasına daha uzun bir zaman vardı. Eve gittiğinde o konağa ilk adımını attığında ne diyeceğini bilmiyordu, baskı altından kalacaktı.
Gözlerini aralayan kadın başını şoför koltuğunun yönünde doğru çevirdi. Uyurken kuruyan dudaklarını ıslattı. Arabanın devam ettiğini fark ettiğinde hala eve gelmemiş olmasına sevinmişti.
"Uyandın mı?" Diyerek temizledi boğazını. Başını onaylarcasına sallayan hamile kadın, uyanmış kendine gelmişti.
"Başım ağrıyor biraz." Dedi iki parmağıyla başını ovalayarak. Uzun yolculukları sırf manzarayı seyretmek için çok sevse de midesinin bulantısına engel olamıyordu.
Doğru ya, hamileydi. Yüzünü buruşturdu.
"Geçer geçer, dert etme." Hafifçe sırıtmıştı bunu söylerken.
Geçse bile hayatında ki sorunlar geçmecekti. Bunu söylemek istese de bunu tartışmak istiyor muydu tam olarak karar vermemişti.
"Ateş Miranlı, adını duymuştum sadece."
"Duymuş olman bile bir mucize..." Alaylı bir ses tonuyla dile getirmişti bu cümlesini. Zaten dalga geçiyordu, ailesinin onun adını ağızlarına alması bile şaşırtıcıydı.
"Neden böyle dedin ki şimdi?"
"Miranlı aşiretinin kayıp büyük oğlu, Ateş Miranlı. Kulağa ne kadar da aykırı geliyor değil mi? Öyle zaten."
Burnunu büzüştürdü. Ne diyordu bu adam? Konuşma şeklinden ve kullandığı sözcüklerden hiç birini anlamıyordu nerdeyse. Bu tuhafına gitmişti, farklı bir şive miydi bu?
"Bizim buralarda büyümediğin çok belli." Kıkırdadı, en azından komiğine gitmişti. Neden gittiğini bilmese de beyefendi olarak geri dönmesi komikti, yani öyle düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asel
General FictionKüçücük bir bedeni nasıl sığdırdılar beyazlar içine? Oysa kendi halinde saf ve naif dünyadan kopuk bir kızken, koskoca konağa nasıl sığdırdılar? Her yeri intikam kokan bir adamın ruhuna işleyen kız... Hayat fazlasıyla Asel kokuyordu. ❝Madem ki sen...