"Daha iyi misin?" Dedi şefkat dolu narin sesle. Yanında oturan bir zamanlar yabancı olan adama baktı, sonradan dahil olduğu Miranlı aşiretinin en büyük oğlu olduğunu söyleyen adamdı bu. Şirketin kapısında sergilediği o aptal ve bir o kadar düşüncesiz hareketlerinden dolayı kızaran yanaklarıyla eğdi başını. Karnında taşıdığı mucize eseri aklından çıkartamıyordu. Kocasıyla yaşadığı o ilk gece -tek gece- ilişkiden geriye kalan ihanetin meyvesiydi bu. Olmayan aşkın sembolü bile denilebilirdi.
Gözlerinin önünden baştan sona doğru izlediği hayat filminin her karesinden tiksiniyordu. Doğduğu büyüdüğü günlere lanet etse de artık geriye dönüşü olmayan bir yoldaydı. Annesinin arkasından aylarca hatta senelerce ağlasa da o artık gelmeyecekti ama belki artık anlayacaktı.
Karnının belirginleşmesiyle vücuduna yayılacak olan 'annelik' dedikleri şeye hazır mıydı bilmiyordu, artık nefret ettiği yüzünü bile görmek istemediği bir adamın tohumunu taşıyordu. Saatli bomba misaliydi bu bebek, her an patlayıp her şey mahvedebilirdi sanki. Gözlerine denk gelen o kızılımsı boyalı saçlar sinirlerini tepesine çıkartıyordu. Çağanın peşinden gelmesi pekte önemli sayılmazdı, sesini bile çıkartmamıştı.
"Asel?" Kulaklarında yankılanan bu ses farklıydı. Çağanın sesiyle kıyaslar ise daha erkeksi daha gizemliydi ve bir o kadarda kalın. "Asel, neyin var?"
Seslenip duran adama doğru kaldırsa da başını görüşü bulanıklaşmıştı. Başı dönüyordu, bayılacak kadar hemde. Karnından boğazına doğru debelenen yemek artıkları sanki artık dışarı çıkmaya hazırdı, her an onları tükürüp sabah yediği az buz kahvaltıyı kusa bilirdi. Midesini tuttu hafif kıvrandı acıyla, kendine gelememişti. Belki de midesinde kalan ve artık bedeninden dışarı çıkmak isten ilaçtan dolayıydı bu. Aslında hamilelikte kusmak normal bir şey değil miydi? Neden zorluyordu kendini. İnanmak mi istemiyordu yoksa?
Yirmi yaşını bitirmek üzere olan genç bir anne olmak istemiyordu hele de babasız bir çocuğu bu acımasız dünyaya getirmek istemiyordu. Yorulmuştu, omuzlarına çöken bin bir dertten kurtulduğum dediği anda sanki daha da bir kaç dert yükleniyordu. Çağanın kahve gözleri durmadan canlanıyordu kafasında, ona bakışı. Cidden yapabilmiş miydi bunu? Peki ne zaman yapmıştı. Beş sene ortadan kaybolduğu zaman mıydı yoksa. O kadına mı gitmişti?..
Hayır! Saçmalıyordu.
"Kendine gel Asel!" Bağırışlara dönüşen seslenişler sanki bulanıklaşıyordu uzaktan çağrılıyor gibiydi. Anlından süzülen ılık tuzlu sıvı gövdesini ateşlere veriyordu. Omuzundan hissettiği elle titremesi artmıştı. Yerinde duramıyordu.
"Bana gel kızım..."
"Anne?"
"Evet, bana gel hadi balım..."
Bu annesinin sesinin aynısıydı, onu mu çağırıyordu cidden? Gel mi diyordu, gidiyor muydu annesinin yanına.
Anlından süzülen terlerin kapanmış olan göz kapaklarına temas etmesiyle yerinden fırlamıştı. Terler içinde kalan suratı ve dağılmış sarımsı saçlarıyla korkuyla etrafını kolaçan etti. Saatin ilerlemesiyle kararan gökyüzü odayı da karanlığa boğulmuştu, sağ tarafında oturan adama baktı. Başını avucuyla destekleyen Ateş hafif horluyordu. Uyumuş olmalıydı, başında beklerken dalmıştı kesin.
Rüya mıydı hepsi... Kendine değil miydi?
Karnına baktı, ürkek dokunuşlarla dokundu karnına. Bebeği? Bebeği var mıydı gerçekten. Hamile olduğu rüya mıydı, başını sağ sola savurdu. Kendine gelemiyordu sanki, rüyasının etkisini halen üzerinde hissedebiliyordu. Annesi onu çağırmıştı, neden gitmemişti? Neden...
Doğrularak kaldırdı kendini hastane yatağından, uzun süre yatmış olmalıydı ki sırtındaki ağrıya başka anlam yükleyemiyordu. Yatağın yakınına çekilmiş olan tekli koltukların üzerine bırakılmış örgü ceketi üzerine geçirdi. Gecenin bir vakti olmasından dolayı hava iyice soğumuştu. Uyumaya devam eden adama baktı, ne diyeceğini bilmiyordu. Ona hem yardım etmişti hemde onu kurtarmıştı üstüne üstelik birde başında bekliyordu. Onun doldurduğu yerde oturması gereken onun kardeşiydi, Çağan oturmalıydı oraya! Başka tenlere dokunmadan önce...
Mardin, Şubat 2007
"Ahmet ağa." Diyerek seslendi kocasına. Konağın cam kenarına kurulup oturan aşiretin başı sert bakışlarını ayırmıyordu camdan. Baktığı devasa camda yüzü yansıyan orta yaşlardaki kadını seyretti gözünün ucuyla. Karısıydı bu, aralarında ki mesafeden dolayı ona hep 'ağa' derdi.
"Buyur Züleyha." Dedi kendinden emin bir sesle, yerinde hafifçe kıpırdanarak.
"Evlendiğimiz günden beri sevemedin değil mi beni?"
Dişlerini sıktı. Yine saçma salak konuşan kadından dolayı ister istemez öfkelenmeye başlamıştı. Bu konuyu bin defa konuşmuş olsalar bile durmadan tekrar tekrar bunları konuşmaya çalışıyordu.
"Aklın hala o kadında değil mi. Sen onunla evlenmek istedin, benimle değil. Bari doğumuş çocuklarımıza soğuk davranma! Ben sana dört tane evlat vermişim Ahmet ağa! Bana yabancıymışım gibi davranma."
"Kes sesini Züleyha." Yumruğunu sıktı.
"Zeynep değil mi? Hep Zeynep!"
"Sus dedim Züleyha. Yoksa çok kötü olur." Titreyen sesiyle ısrarla konuşmasına devam etti. "Ateş, Çağan, Kandemir... Ben sana sapa sağlam sağlıklı üç oğul verdim. Senin yüzüme bile baktığın yok."
"Züleyha! Konuşturma beni şimdi kendine gel." Diye kükreyerek ayağa fırlamıştı. Kadına dönük olan sırtından eser yoktu artık, kahve gözlerinin içine daldırmıştı kendini. Susmak bilmeyen bu kadın durmadan geçmişten bahsetmeye devam ediyordu. Aradan seneler geçse de konuşmaya, hatırlatmaya devam ediyordu. Unutmasına bile fırsat vermeden bağırmaya çağırmaya başlıyordu.
"Geçmişi kurcalayıp durma!"
"Bak göreceksin, ölecek o kadın!" Öfkeyle püskürdü dudaklarından nefret ateşini. Sözlerine dikkat etmeyi unutmuştu, kıskançlığa teslim ettiği duygularından kurtulmak imkansızdı.
Kocasına sarf ettiği bu cümlenin ardından yanağına yediği keskin acı dolu tokatla savrulmuştu başı. Üzgünce astı suratını, sızlayan yanağını tutarak okşadı. Acısı geçmiyordu: kalbindeki acıda hala yerindeydi. Gözlerini kısarak baktı kocasına, burnunu kırıştıran Ahmet ağa kalktığı yerde yine yerini almıştı.
Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.
'Ölecek o kadın... Kurtulacağım ondan! Ne olursa olsun.'
"Söylesene, planın nedir?" Beline taktığı silahı çıkartıp cam sehpanın üzerine bıraktı. Ayağı sarılı olan adam yerinde yayıldı, sırıtan dudaklarla baktı arkadaşının suratına.
"Soylarını tüketeceğim o pisliklerin."
"Ne bu öfke doktor?" Dedi alaylı bir şekilde. Arkadaşından ayırmadığı gözleriyle kahkaha attı. "Miranlı aşiretinin sonu çok yakındır Furkan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asel
General FictionKüçücük bir bedeni nasıl sığdırdılar beyazlar içine? Oysa kendi halinde saf ve naif dünyadan kopuk bir kızken, koskoca konağa nasıl sığdırdılar? Her yeri intikam kokan bir adamın ruhuna işleyen kız... Hayat fazlasıyla Asel kokuyordu. ❝Madem ki sen...