Hani anılarını ve hatıralarını hatırlamaktan korkup onlardan kurtulmak istercesine onları bir odaya atar ya insan. O odanın kapısına bin kilit vurdurur, bir an bile olsa onları anımsamaktan korkar. Asel'de öyle yaşadı, annesini öldüğü günden beri hatırlamaktan korktu.
"Anne, benim adımı neden Asel koydunuz?" Diye mırıldandı küçük kız. Ufacık ellerini birleştirdi çenesinin altında.
Yumuşacık saçlarını örtmekte olan annesi hafifçe tebessüm etti. "Bal gibiydin, bende Asel koydum." Annesinin ne demek istediğini anlamayan kız yüzünü buruşturdu "Bal mı?"
"Asel, bal demektir... Cennette bulunan bal ırmağımsın sen."
"Sende benim meleğimsin anne!"
Terler içinde kıvranıyordu. Oda mı sıcaktı yoksa ateşi mi vardı tam bilmiyordu. Aniden gözlerini açtı, ah kabus görmüş olmalıydı. Annesinin öldüğü o gün beynine kazınmış en acı şeydi, asla ama asla unutulmayacak bir şey. Durmadan döndü yatağında ama bir türlü rahat edemedi. Yastığına sarılmakla yetinmek zorundaydı. Öylede yaptı.
Korkuyla açtığı gözlerini zorlayarak sertçe geri yumdu. O lanet günü unutmak için o kadar çabalamıştı. Olmuyordu... Ne gözünün önünden nede yüreğinden siliniyordu.
Kanla kaplanmış o cansız beden hâlâ oradaydı. Hâlâ da orada kalacaktı. Ağabeyi bile ağlamıştı o gün, o bile dayanamamıştı. Babası kaç hafta eve ayağını bile basamamıştı, yokluğu hissediliyordu. Annesine melek dediği için mi olmuştu her şey? O yüzden mi gerçek bir melek olmuştu! Yoksa annesi bıkmış mıydı ona bakmaktan... O yüzden mi gitmeyi seçmişti?
Yanağından süzülen yaşlara artık engel olmak istemiyordu. Zaten dünde ağlayarak uyumuştu, şimdi ağlasa bile ne fark ederdi? Üzgündü, hemde o kadar çok ki her hıçkırışı boğazına düğümleniyordu. Şimdi hiç bilmediği - hiç tanımadığı bir ailenin evinde kalıyordu. Aradan geçen ilk hafta da ne babası sormuştu onu ne de canı kadar sevdiği abisi.
Yalnızlık yakışıyordu ona. Geçen onca zamanla hep çocuk görülmüştü: o bilmez, o yapmaz ayaklarını çok duymuştu ama olanların farkındaydı.
Hiç kimse gelipte almayacaktı onu bu konaktan.
"Anne neden siyah giydin?"
"Nereye gidiyorsun anne..."
"Anne gitme!"
"Anne ne olursun anne..."
Kafasında yankılanan silah sesleri, akan kanlar... Cansız bir beden ve o bedene baka kalan el kadar çocuk! Sıkıca yumdu tekrar gözlerini.
"Anne..." Diye fısıldadı, yastığına daha sıkı sarılarak.
Kurumuş dudaklarının arasına yerleştirdi ve sigarasını püfletmeye başladı, boşta kalan eli saçlarının arasında dolaşıyordu.
Sert bir nefesle çekti sigarasını, ucunu hafifçe ısırıp çiğnedi. Yorgunluktan zorla aralıyordu gözlerini. Çıktığı hotelden aceleyle boynuna boş olarak geçirdiği kravatını çıkartıp arabasının arka koltuğuna fırlattı. İliklediği düğmelerini teker teker göğüsüne kadar açmıştı. Dün gecenin alkol kokusunu içine çekmiş olan kıyafetlerinden hemen kurtulmak istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asel
General FictionKüçücük bir bedeni nasıl sığdırdılar beyazlar içine? Oysa kendi halinde saf ve naif dünyadan kopuk bir kızken, koskoca konağa nasıl sığdırdılar? Her yeri intikam kokan bir adamın ruhuna işleyen kız... Hayat fazlasıyla Asel kokuyordu. ❝Madem ki sen...