Bekleyenler için...
-x-
"Bazen gitmek istiyorum Ateş." Muzipçe dudaklarını utanç dolu bir gülümsemeyle süsledi. "Bu şehirde aşk, bizim gibi iki ayrı insana haramdır. Aşk günahtır bu Mardinin sokaklarında." Yanağına kulaklarının arkasından dökülen ince saç tellerini tekrardan kulağının arkasına itti. Bir an olsun gözlerini karşısında duran kendinden büyük dağ manzarasından ayırmadı. Öylece, masumca seyretmekle yetindi. Yanında duran adam pür dikkat onu dinliyordu, söylediği her sözü aklının bir köşesine not ediyordu.
Sarf ettiği sözlerden sonra suskunluğu tercih eden Dilan derin bir nefes çekti. Mardinin sonbaharını doldurdu ciğerlerine.
"Ben gidiyorum bu diyarlardan. İstanbul'a ya da hangi şehir sana olan aşkımı kabul ediyorsa. Hangi şehirde seni sevmek haram değilse... İşte ben oraya gidiyorum Ateş." Dedi kısık ve bir o kadar kırık bir ses tonuyla. "...Ama gitmeden önce bu durduğumuz, aşkımıza şahit tuttuğumuz yerde seninle tekrar birleşmek istiyorum." Elini kalbine götürdüğünde delice çarpan kalbini hissedebiliyordu. Yerinde durmadan, kapalı kaldığı yerden fırlamak istercesine çarpan kalbi bir an olsun susmamıştı.
Ateş için atıyordu. Ateş Miranlı içindi bu deli divane yüreği.
Fakat, sevmek imkansızdan öte bir şey değildi. Ya bu şehirden kaçıp kurtulmak vardı, yada bu şehirin en derinine gömülmek. Bir kaç gün sonra karşı köylerden gelen aşiret ağasının torunuyla evlendirilcekti, Kandıranların gelini olucaktı. Bunu istemiyordu çünkü o Ateş'e yanıktı, hemde ne yanmaktı. Kül olmuştu...
Onu ilk gördüğü hatta ona ilk baktığı günden beri kaptırmıştı kendini Miranlı aşiretinin en büyük oğullarına. Bu aşk tek taraflı değildi... Dilan'ın mavi denizimsi gözlerinde boğulan, yüzmeyi unutan genç ağa. O serin sullarda kalmayı tercih etmişti, biliyordu ki yüzdüğü o sonsuzluk suyunda ona armağan edilen bir yer vardı. Gitme diye yalvaran bakışlar vardı... İşte bu yüzden; gitmemeyi tercih etmişti.
"Sen iste yeterki. Ne aşiret ne Mardin, ben senin için bu canımı feda eylerim."
-x-
Ertesi sabah koşa koşa aşkını şahit tuttuğu aşk tepesine gelen Dilan sevdiğini bekliyordu. Boynuna atlayıp onun kokusunu içine çekmek istesede çekingencliğinden bir türlü kurtulmayı başaramamıştı. Her Ateş'i gördüğü an çocuklaşan halleriyle onu kendine aşık etmişti. Beklediği tepede kollarını gökyüzüne doğru açtı, havanın tenini okşamasıyla sakinleşiyor gibiydi. Kapalan gözlerini yaşadığı korkuyla irkilerek açtı. "Ah!" Diye çemkirdi birden. Arkasını dönmesiyle aşkının kollarında sarmaş dolaş bulmuştu kendini.
Utanarak kızaran yanaklarıyla kaldırdı başını. "Deniz gözlüm..." Diye fısıldayan bir esinti çarptı yüzüne. Ateş gelmişti, onu bu şehirden alıp götürmeye gelmişti.
"Gözlerin denizden bir parça almış sanki. Öyle derin bakıyorsun ki her an boğulacakmışım gibi geliyor." Bu güzel sözleri duymak onu her daim utandırıyordu. Al renge boyanan elmacık yanaklarıyla kendini sevdiğinin gözlerine bakamazken buldu. Bir türlü kafasını kaldıramıyordu, sanki ağırlaşmıştı. Kendini zorlamak istemiyordu. Utandıncan neler saçmaladığını fark etmemişti.
"Neden öyle diyorsunuz şimdi ki Ateş ağam." Dedi titrek sesiyle. Yere odaklanan bakışlarıyla, kırmızıya boyanan yüzünü saklamaya çalışıyordu. Çenesinde hissettiği elle başını kaldıran adamın tam gözlerinin içine bakıyordu. Bakmakten korktuğu o gözlerin içindeydi artık, ve duymaktan o kadar çok hoşlandığı o bir kaç kelime dokuldu dudaklarından.
"Öyle çünkü, deniz gözlümsün..."
Yutkundu, "Ağam... Biri işitecek şimdi, demesen öyle ha olmaz mı?" Diyerek karşılık vermişti. Fakat oda biliyordu birisinin duymasının imkansız olduğunu. Aşk tepesindeydiler... Kimsenin bilmediği sadece onlara ait bir yer sayılırdı burası.
Şu an o kadar tatlı görünen kıza bakmaya doyamıyordu. Aldığı tepkiden istemsizce kıkırdadı. "Deniz gözlüm." Diye fısıldadı. "Kim duyarsa duysun, yardan vazgeçer mi seven?" Çenesinden yanaklarına doğru dolaşan soğuk parmak uçlarıyla okşadı suratını. Sıcaklığından ısınan parmaklarından gezinen aşkı tadabiliyordu.
"Seni seviyorum, deniz gözlüm." Anlına kondurduğu şefkat dolu öpücükle gülümsedi."Bende seni-" hafif bir tebessüm etti.
Birden bire yere diz çöken kadınla donup kalmıştı. "-Sev...iyorum." Kana burunmuş dudaklardan firar eden son cümleydi bu. Sırtından isabet eden kurşunla yere yıkılmıştı. Bir süre can çekişen kadına bakan genç adam şoktan kendine gelememişti. "D-Dilanım?" Dedi ürkek bir sesle. Kadının yanına diz çöken adamın yanaklarından yağmur yağarcasına akan ılık sıvıyla başını kaldırdı. Gök yüzü onunla beraber ağlamayı seçmişti. Yüzüne çiseleyen yağmurla, kalbine saplanan tek şeyi avazı çıktığı kadar bağırarak cennete armağan etmişti.
"DİLAN!"
Yanaklarından süzülen damlaların arasında karşısında dikili duran adama baktı. Elindeki silahı yere düşürmüştü, bulanıklaşan görüntüyü tam olarak seçemiyordu.
Ellerine dökülen kanlarla bir daha baktı sevdiğine. Bu adam... Bu adam sevdiğini ondan almıştı! Kaçacaklarını öğrenmiş olmalıydı... Ama nasıl! Kimse bilmiyordu, bir tek o ve Dilandı bilen.
"Namustur bu Ateş ağa. Benim karım olacak kişi, ya sadece benim olur yada kara toprağın." Silahının ucunu doğrulttu, başından nişan almıştı fakat tetiğe giden parmağı hareketsizdi.
"Öldür lan beni!" Diye haykırıp, yalvaran adama bir zevk kahkahası fırlattı. Öyle yapacaktı...
Kulağına dolan silah sesiyle beraber var gücüyle yumdu gözlerini. Silahtan firar eden mermi vücuduna isabet etmemişti, merakla araladığı gözlerle cansız yerde yatan adama baktı. Başını kaldırdı hafif, adamın cesedinin arkasında ayakta güçlükle duran narin ve bir o kadar korku dolu bir beden vardı. Titrek elleriyle, kahve gözleri koyulaşmış bir erkek çocuğu vardı.
...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asel
General FictionKüçücük bir bedeni nasıl sığdırdılar beyazlar içine? Oysa kendi halinde saf ve naif dünyadan kopuk bir kızken, koskoca konağa nasıl sığdırdılar? Her yeri intikam kokan bir adamın ruhuna işleyen kız... Hayat fazlasıyla Asel kokuyordu. ❝Madem ki sen...