2. Bölüm/1. Kısım

115 9 2
                                    

      Bir yerden kaçarken düşülür hayal bahçesine. Ya kendisinden kaçar insan ya da yaşamak zorunda kaldığı eylemlerden. Uzaklarda bir yer gözükür göze, derinlere daldıkça yürek oynar göğüs kafesinden. Dönüş yok tur artık, yürümek ve yürümek en ilerilere. Kaybedilen dakikaların yokluğu çarpar sessiz duvarlara, Selin'in yarattığı o renksiz duvarlara. O da hayatının geri kalanını istiyordu. Ama ne vardı? Sadece kocaman bir boşluk! Kopan par çaları bir araya asla gelmeyecekti. O isimsiz binadan kaçarken her anında kendine kızdı. O suçluydu. Bütün bu olanlara izin vermemeliydi. İnsanlara bu kadar güvenmemeliydi. Kendi gözünde benliğinin bütününü yok ediyordu. Ne idi, ne egosu, ne de süper egosu vardı. Zaten bu isimleri kim vermişti ki? Yalnızca okumuş, öğrenmiş ve kodlamıştı. İd'den daha acımasız olabilir miydi? Günlerce düşündü. Nereden ayrıldığını bilmeden uzun yolları sert adımlarıyla ezerek geçti. Bir ara aklına aldığı paralar geldi. İçinden bir ses yanlış yaptığını haykırıyordu. "Ev et, adi insanların paralarını çaldım. Ruhumu kasıp kavuran acıya karşı ödenmiş paralardı. Lanet olsun her şeye. Lanet olsun" dedi. İnsanoğlu bölünmüş taraflarıyla ne kadar yaşayabilirdi. Bedenin çalındığını düşünürken bir kez daha yıkılıyordu. "İnsanı kendinden koparan tek şey ona ait olan bir şeyi ondan çalmak" deyip söylenmişti. Bilmeden yürüdüğü yollarda devamlı sayıkladığı Lamartine'nin göl şiiri gerçekten onu esrarengiz bir mekâna götürmüştü.

Dallas'ın batısında, Teksas'taki Brownwood ulaşmıştı. Brownwood gölü yakınlarındaki bu yer enerjisiyle adeta Selin'i kendine çağırıyordu. Suyun verdiği o muhteşem rahatlık ruhunu kaplamıştı. Yol arkadaşı Mis hale büyük bir beladan kurtulduğunu ancak bir- kaç gün sonra fark edebildi. Ne kadar yol yürüdüğünü anımsamıyordu. Ama geceleri dinlen- diklerini korkuları ve başına gelenlerden kurtulmak için attığı çığlıklarla dağı taşı inletmişti. Kimi zaman Tanrı'ya küfürler yağdırıyor, kimi zamansa ona sahip çıkmayan ailesine bütün nefretini kusuyordu. Fakat onlar yoktu. Zaten hiç olmamıştı. Bir kardeşi de yoktu. Çoğu zaman dünyaya gelmesinin gereksiz olduğunu bile düşünmüştü. Hangi varlık derinliklerinde "Değersizsin" yargısıyla yaşayabilirdi. O gün sevgilisiyle gittiği bardan sonra tüm dünyası değişmişti. Ona âşık olmuştu. Her dakikasını onunla geçirmek istemiş ve isteği ne evet demişti. Evet, demekle kaybedeceklerini görebilseydi, istediği sevgi iletilerini de geri çevirirdi. Ama nafileydi. Onun la ilgili kurduğu hayaller bir gecede yok olmuştu. Güzel bir eğlenceden sonra aşk dolu dakikalar. Onurunun kırılması bir yana, şu ana kadar edindiği cinsellikle ilgili tecrübeleri de zihninde tarifi imkânsız bir o daya kilitlenmişti. Yanında, başı ucunda onu kurtaran güzele sarılarak buram buram yanan ateşini dindirmeye çalışmıştı. Birbirlerini tanımayan iki kişi aynı kaderi paylaşıyordu. Selin onun hiçbir şey sormayışından etkilemişti. Bunun geçirdiği travma yüzünden olduğunu tahmin edebiliyordu. Gene de hiç konuşmadan ona güvenmişti. Ve peşinden geliyordu. Geldiğini belli eden baharın kokusunu içlerine çekerek kasabanın beş altı kilometre uzağındaki yeşillikler içinde saklı kalmış bir binayı fark etti. Çok eski bir ev olduğu ve uzun süredir kullanılmadığı anlaşılıyordu. Uzaktan uzağa öylece izledi. Nasıl yaşayacağını hayal ediyordu. Acaba içine koyabileceği eşyaları nere den bulabilirdi? Bir anda durdu. Yaşama konusunda hayalleri kalmadığı gibi sanki hayal gücünü de kaybetmişti. Zihninin gizli köşelerinde hep bedenin çıplaklığı hatırlatan bir kare vardı. Bütün benliğini kaplıyordu. "Evet, o bendim. Bedenine hâkim olamayan bendim. O benim be denimdi. Ben oradaydım" diye sayıkladı. Hıçkırıkları boğazına düğümlendi. O esnada gözünün önüne ötelerden bir resim geldi. "Anne, anne" dedi. Ona kızmaya başlamıştı. Kendine itiraf etmekten korkuyordu. Yavaşça başını kaldırıp büyümüş ağaçların içindeki köhne eve baktı. Ağaçların o etkileyen kokusunu bulunduğu yerden alabiliyordu. Derin bir nefes çekti. Hemen solunda duran siyah gözlü kıza dönerek "Burası fena değil. Sen ne diyorsun? En azından rahatsız edecek pek kişi olmayacak" dedi. Mishale şaşkınlaşmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Büyümüş gözlerle başını salladı. Eski evin bitişiğinde büyükçe, gösterişli ve temiz bir vardı. Yolun kenarındaki bu evdeki yaşlı çift bazen camdan geleni gideni izler. Bazen de verandada oturarak kitap okurdu. Bir elli sekiz boylarındaki, altmış beş yaşında, beyaz saçlarını sarıya boyamış bayan kızların geldiğini görmüştü. Hayret dolu bir sesle kocasına "İnanmayacaksın ama köhne evimize bakan iki kişi görüyorum. Sence neden gelmiş olabilirler?" diye sordu. Gazetesini okuyan adam "Bence şehir hayatından sıkılmış olabilir. Böyle yerlerde yaşamak insana iyi gelir" diye yorumunu kattı. Alnı kırışıklarla dolu yaşlı kadın yüzü buruşturarak "Sana katılmıyorum. Bu dediğini yapanlar genellikle merkeze yakın yerlerde ev kiralıyorlar. Neden bizim eski püskü evimize baksınlar ki? Bir anlam veremedim. En iyisi gidip tanışayım. O zaman öğrenirim" diyerek evden ayrıldı. Kocası sağ elini sallayarak "Öğrenmediğin ne kaldı ki" diyerek söylendi.

Bir Geceye Altı AyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin