twenty three

2.5K 264 99
                                    

"Erken ayrılmıyor musun?" İki gün önce ki gecenin, ertesi sabahındaydık. Yani yine 3 gün geçmişti. Bok gibi olduğumdan üstümde kocaman bir kara bulutla geziyordum tüm bu zaman boyunca ve jimin buna rağmen bana enerjik yaklaşıyordu. Kahvaltılarımı hazırlamış, benimle video izlemiş, bir kaç oyun oynamıştı bu 3 gün içerisinde ve ben onu bensimiştim ama tüm bunlar olurken o gece hakkında hiçbir şekilde konuşmadık.

Dürüst olmam gerekiyorsa, konuşacağımı da sanmıyordum. Ağlamaktan çekindiğim ya da beni öyle gördüğü için değil, bir nokta da onun kim olduğu vurgusu beynimin dört bir duvarında hiç durmadan yankılanıyordu. Bunu aşamazdım, her şeyi en basit seviyeye indirgeyip bir yüzsüz gibi ona anlam yükleyemezdim. Değil mi? Yanlıştı bu.

"Biraz öyle ama işlerim var. Hem seni kendinle bırakmak daha iyi olur diye düşündüm, yine sanırım her şey üst üste geldi." Gülmüştüm mimiksiz bir şekilde, evet nasıl yapmıştım bunu bilmiyorum ama gülmüştüm işte. Dudaklarım kıvrılmamıştı, bakışlarım da düzdü. Sadece yapmacık bir kıkırtı vermiştim ona.

Normalde konuşmayacaktım bu cümlesinin üstüne ama ayıp olur gibi hissetim, bu yüzden sadece "Biraz öyle oldu." diyebilmiştim.

Sen gelmeseydin, ben tam atlatma sürecindeyken bunlar olmazdı, demek istiyordum aslında ama yok, dilimi ısırıyordum.

Ayrıca konuşmak için geldiğini belirten bu adam konuşmamıştı benimle, o günün sorularımın cevabı ve beni kore'ye davet etmesinden başka hiçbir şey konuşmamıştık belki de. Bir kaç saat önce de bana tekrardan benimle gel demişti ama hayır, ben o ülkeye asla gitmeyecektim.

Jimin, çok bir eşyası olmadığı için hatta buraya sadece cüzdanı, pasaportu ve telefonuyla geldiği için günlerdir benden giyiniyordu ve bunu giderken de yapıyordu... Geniş ama aynı şeylerle dolu dolabımın önünde kendine çalacak bir şeyler ararken, duvara yaslanmış onu izliyordum.

Orada neden bu kadar oyalanıyordu bilmiyorum, yemin ederim ki tüm kıyafetlerim aynı renkti.

Her neyse.

3 gün içinde yeni kararlar alıp, toparlayacak kadar güçlü hissediyorum kendimi. Bu yüzden akışa bıraktım, yaptığım hobilere devam edecek ve geçmişte kalan anılar hakkında bir saniyemi bile harcamayacaktım. Jimin'de bu yüzden gidiyordu ya bir nevi. Onu kovduğumdan değil ama daha fazla kal diyemezdim, çok çok saçma olurdu bu. Kalmasını istediğimi de düşünmüyordum çünkü onunda bildiği gibi benim tek kalmam gerekiyordu. Her şey öyle daha iyi olacaktı.

Kendi kendime atlatıyordum, bunu yıllardır yapıyordum. Böyle öğrenmiştim.

Hiç çekincesi olmadan tişörtünü çıkartıp, benim salaş kıyafetimi üstüne geçirirken hala daha onu izliyordum. Bu hızlı hareketi ve belinde ki dövme dikkatimi çekti, düşüncelerime bu yüzden ara verdim. Zaten aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordum ya.

Hafif eğik bir yazı stiliyle yazılmış, 'nevermind' yazısı ve sırtında ki ay dizilimi dövmesi.

Jimin gerçekten kusursuz biri gibiydi. Taehyung'la ne işi olduğunu 50 yaşıma geldiğimde bile anlamayacaktım ve evet, 50 yaşıma kadar bunu sorgulayıp duracaktım.

Beyaz, en salaş tişörtlerimden olana uzanıp onu üstüne geçirirken, yanağımı dişledim. Gülmek istiyordum çünkü kaybolmuştu. O kadar büyük gelmişti ki tişört ona, elbise olarak bile kullanabilirdi üstünde ama o tişört ben de öyle duramazdı mesela.

Sırıttım.

Jimin'in bilmesini istediğim tek şey, başka şekilde tanışsaydık yakın bir arkadaşım olacağıydı ama kaderdi işte bu. Ben değil, tanrı yönetiyordu hayatı.

Mr. perfectly fine ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin