Efe yatağında sırt üstü uzanmış tavanı izlerken Sinan'ı düşünüyordu. Bu çocuğun okula ilk geldiği günü. O gün sınıfa girdiği zaman matemetik öğretmeni onu sınıf ahalisi ile tanıştırırkenki ruhsuz bakışları düştü aklına önce. Neden şimdi o günü hatırlamıştı ki? O günden sonra Sinan'ın homofobik olduğunu öğrendiği o berbat güne kadar sürekli Sinan'ı incelemişti. Efe'ye göre o donuk bakışlara uzun süre bakan biri kendini karanlık bir kuyuya düşmüş gibi hissederdi. Belki de o yüzden göz göze gelmekten kaçınıyordu. Daha sonra düşman olduklarında da Efe, Sinanla göz teması kurmamayı tercih ederdi. Ama ne yazık ki bunu yapmasına fırsat vermemişti şerefsiz. Her tehdidini gözlerinin içine baka baka etmişti. Haftada en az üç gün bu şerefsizle burun buruna geliyordu. Bu durumlarda gozlerini kaçırmayı çok istese de bunu yaptığı zaman bu piçin onu korkak ilan edeceğini iyi biliyordu. Bunun için gözlerini asla kaçırmadı. Efe Sinan'dan asla kaçmamıştı. En azından düşmanken. Şimdi ise durumlar baya bi karışıktı.
Sinanla arasında bir bağ oluşuyordu. Bu bağ incecik ve keskindi. Bağı tutup koparmak istiyordu, hatta bunun için bağı sıkı sıkı tutup çekiyordu. Ama by sadece elini kanatıyordu. Sanki artık asla geriye dönemezmiş gibi. Sanki o piç Efe'nin gözünde tekrar sadece homofobik bir pislik olamazmış gibi.
Eğer ona onunla ilgili fikirleri iyi yönde değişirse üzülen sadece olacaktı. Bunu çok iyi biliyordu. Gün gibi bir gerçekti bu. Çünkü Efe'nin düşünceleri değişse bile Sinan değişmeyecekti. O homofobik olmaya devam edecekti. Bu durumda düşmanının bu kadar yakınına girmesine izin vermek niyeydi? Onu sevmeye kalkmak hangi deliliğin ürünüydü?
Efe yaklaşmakta olan tehlikeyi fark ediyordu. Ediyordu etmesine ama o tehlikeye istekle yürümekten korkuyordu. Her geçen an güçlenen bu bağ onu Sinan'a doğru çekiyordu. Sanki kaderin kırmızı bağı ile birbirlerine sıkıca bağlanmışlardı. Ters yöne doğru koştuğu zaman bu kırmızı ip her yerini kesecek ve onu kan içinde bırakacaktı.
Kendi içinde ikiye bölünmüştü. Bir tarafı Sinan'ın her hareketi planlı her kelimesi yalan diyordu bir tarafı ise belki de değişmek istiyordur diyordu. Belki de... Efe bu düşüncelerime hayret etti. Belkilere tutunan biri değildi ki o.
Onu sırf eşcinsel olduğunu öğrendiği için basket sahasında ilk kez dövdüğü gün her seferinde tekrar tekrar oynatıyordu. Ardından diğer tüm dayakları da. Böylece öfkesini diri tutabiliyordu. Sinan Sinandı işte. Homofobik bir pislik... Şimdilerde ise onun hakkında başka başka düşünceler beynini işgal ediyordu. Onun hakkında bilmek istediği tek bilgi homofobik bir zorba olduğu bilgisiydi. Gerisini bilmek istemiyordu. Mesela elma yemeği sevdiğini bilmek istemiyordu. Yere oturunca ellerini arkaya dayayarak geri yaslanarak oturduğunu bilmeyi istemiyordu.
Yatakta sağına döndü ve bakışlarını karşısındaki duvara çevirdi. Bacaklarını karnına doğru çekip cenin pozisyonu aldı. Şimdi de onun gülümsemesi gözünün önüne gelmişti. Sahici olmadığı çok uzaktan bile belli olan gülümsemesi vardı bu piçin. Efe'nin Sinanda bakışlarından sonra ilk dikkatini çeken de buydu. Normalde gülümseme denen eylem insanı huzurlu hissettirdi ama Sinan'ın gülümsemesinde bir şey vardı. Efe'ye hüzünlü geliyordu.
Çalan telefonla irkildi. Bakışlarını masasına çevirdi. Bir müddet çalan telefonu öylece izledi. Ardından sakince doğrulup ayağa kalktı ve uyuşuk adımlarla masaya ulaştı. Tahmin ettiği gibi Sinan arıyordu. Telefon elindeyken ikinci kez çalmaya başladı. Efe gözlerini yumup açtı ve aramayı cevapladı
"Ne var Sinan?"
"Bugün parka gelmedin. Bekledim seni."
"Bugün gelmeyeceğim."
"Yarın peki?"
"Yarın da gelmeyeceğim. Artık o parkta kitap okumak istemiyorum."
"Anladım. Kaçtın yani. İlk zafer benim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fragile Dreams (BxB)
Teen Fiction" Sana bunun nasıl bittiğini söyleseydim. Arkanı döner miydin? Hala ona aşık olur muydun? Yine de güler miydin? "