11 Kasım
Bugün kelimenin tam anlamıyla çok ilginçti. Ama çok ilginç.
Bizim ekiple kantinde oturuyorduk öğlen arası, sohbet muhabbet. Yaptığımız pek bir şey yoktu zaten. Herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı bir iki bahaneyle. En son Berk'le ben kalktım ve o da en son on beş dakika kaldı diye ayaklandı ve "sınıfa çıkıyorum kanka, geliyor musun?" diye sordu.
O an neden ona ayak uydurmadım ve yalnız kalmayı tercih ettim bilmiyorum ama "sonra gelirim," diyip onu reddettim ve o da gitti. Kantinde yalnız kaldım. Sadece yalnız kaldım, yapacak bir şeyim yoktu. Bitirdiğim kahvemin karton bardağıyla oynamaya başladım.
Aradan iki dakika anca geçmiştir. Sanki planlıymış gibi bazı şeyler o, yanıma doğru el sallayarak geldi. Bir an durdum, elimde bardağı oynamayı bıraktım ve göğsümün öyle hızlı inip kalkmasını durdurmaya çalıştım.
"Oturabilir miyim?" dedi sorgular biçimde. Sadece kafamı salladım ve o da benim ne cevap vereceğimi biliyormuş gibi direk sandalye çekip oturdu.
"Eee, nasılsın?" dedi ilk önce. Dudaklarımı bastırdım birbirine. Bir an heyecan bastı, kalbim tekledi yine ve kekeleyeceğim diye ödüm koptu. "İyi gibiyim," dedim. "İyi olmaya çalışıyorum. Ya sen?" diye ekledim devamına.
"İdare ediyoruz işte," dediğinde anlamış gibi kafamı salladım ve kahve bardağımla oynamaya başladım. Sonra sertçe yutkundum çünkü o direkt bana bakıyordu. Bense gözlerimi ona değdirmeye kıyamıyordum.
Ben konuşmayınca o da konuşmadı bir süre.
Sonra heyecanlı heyecanlı "E hani senin çenen düşerdi?" diyip eğilerek bana baktı ve doğruldu. "Düşmemiş e bu, neden?" dedi tatlı tatlı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve bilerek ve isteyerek dudaklarım yukarı kıvrıldı. Komikti o an bence.
"Bilmem, heyecanlanmışımdır belki de? Olamaz mı?" dedim anlık gelen bir cesaretle. Elimde duran kahve bardağıyla daha çok oynamaya başladım hatta ve hatta kenarını bile yırttım o an.
Alt dudağını ısırdı ve eliyle burnunu sıktı.
Onu unutandırmıştım.
"Yapma şöyle, utanıyorum ve anlamıyorum," dedi mırıldanır gibi. "Ne bileyim işte yapma böyle. Yazışırken de böyle yapıp yapıp kaçıyorsun." dediğinde gülümsemem daha da arttı. Göz çevirdi sonra bana. Ben de ona çevirdim. Neden olmasındı?
"Kaçmak geliyor bazen içimden," dedim kekelemeden samimi bir şekilde. "Kalınca kalbimin hızına yetişemiyorum."
"Kontrol, Özgür, kontrol," dedi bıkkınca. "Kontrol etmek kendini o denli zor değildir. Uzaktan kumandalı araba gibi. Tekerleği olan gider ama kontrol ettikçe gider."
Kahve bardağından kafamı kaldırıp onun yüzüne baktım sonrasında. Sanki belli olmayan bir makyaj vardı yüzünde. Ona baktığımda benim gibi gözlerini çekmedi. Baktı o da.
"Kalp kumandası yok," dedim ve gülümsedim yine. "Kumanda yok, kontrol merkezi yok, merkez yok, hiçbir şey yok. Sadece aklın almadığı şeyler var." dediğimde yutkundu. "Bu kadar zor değildir," dedi ve benden aynı cevabı bekler gibi baktı. "O kadar zor," dedim sadece.
Sonra aramızdaki sükut bozulmadan devam etti bir süre.
Dudaklarımı birbirine bastırmaya devam ettim konuşmamak için. Konuşmadım, konuşamadım belki, o an için tahmin edemiyorum ama konuşursam ona küçük düşerim, yanlış bir şey söylerim diye korktum. Yemin ederim bundan korktum. Hâlbuki onunla oturup saatlerce konuşmak isterdim. Hâlâ da istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benim De Bir Kalbim Var | Texting
Ficțiune adolescenți❝Şimdi geriye dönüp baktım da okunmuyor sanki yazılar. Ben mi bulanık görüyorum yoksa? Tükenmez kalemimin mürekkebi dağılmış kağıda. Bir de ıslak tüm sayfa.❞ ᡣ𐭩 +0554**: hoş geldin sınıfımıza hanımefendi +0554**: tek istediğim sana açık olan kal...