monster

403 56 34
                                    

"He ate my heart."

Beni arabana bindirerek bir kütüphaneye getirdin

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Beni arabana bindirerek bir kütüphaneye getirdin. Arabanın içinde kısıkça çalan ve yumuşak ses tonunla eşlik ettiğin şarkıyı kulaklarıma kazıdım kendimce.

"You walk into the room and people fall for you."

Havanın yavaştan kararıyor olması, sıcak hava dalgalarının yüzüme değmesi ile mayıştığımı hissettim. Kolumu camdan sarkıtıp rüzgarı tutuyormuş gibi yapıyordum bir yandan da. Bu sırada arabayı durdurdun ve ben kolumu içeri çekerek sana döndüm.

Arabanın camlarını kapattın ve telefonunu cebine koyarak arabadan indin. Kibarlık gösterip benim kapımı da açtığında, bunu sadece öğrencine karşı kibar olmak için yaptığını düşünsem de yine de heyecanlanmadan edememiştim.

Benden bir adım önde yürümeye başlarken geniş omuzlarını, üzerine giydiğin siyah gömleği inceledim. Baştan sona siyah giyinmiştin ve hava o kadar da soğuk olmamasına rağmen üzerinde bir ceket vardı.

İçeri girmem için kapıyı açtın ve elinle işaret ettin. Pürüzsüz şekilde uzamış tırnaklarını, kemikli ellerini inceledim içeri girerken. Aklıma gelen edepsiz düşünceleri sildim aklımdan, daha tanışalı ne kadar olmuştu ki parmaklarını emmek ve içimde hissetmek istiyordum?

Kendine acı bir kahve söylediğinde, seninkinin yanında olabilecek en tatlı içeceği içtiğim için utanmıştım biraz da olsa. Şimdiyse normal bir şeyler içebilmek için çok şey verebilirdim.

Kahvelerimiz hazırlanırken kafeyi incelemeye çalıştım biraz. Göz odağıma giren ellerin ve telefonunun ekranında hızlıca gezinen parmakların buna engel oldu tabii. Alt dudağımı kemirdim ve kahvenin içeriye doğru giden koridoruna çevirdim gözlerimi.

Kahvelerimiz hazır olduğunda bana içeceğimi uzattın ve az önce baktığım koridordan geçerek ilerledin. Adımlarının hızına kadar seni takip ettiğimde bomboş ve yerde minderleri olan bir alanla karşılaştım. İlk önce durup etrafa baktın ve birkaç saniye sonra en kuytuda kalan ve kimsenin göremeyeceği yer olan boşluğu seçtin.

Kendini o kadar da gevşek olmayan armut koltuklardan birisine attığında hemen yanına oturdum. İçeceğini önümüzdeki masaya bırakıp bana döndüğünde senin bu kadar yakınımda olmana alışkın olmadığım için kalbim durdu, gerçekten durduğunu sandım en azından.

"Aslında buraya gelmemizin sebebi vampirler hakkındaki düşüncelerini duymak istemem ve kime bu kadar çok benzediğini anlamaya çalışmam. Bay Kim'le herhangi bir akrabalığınız var mı?" Babam mı? Ne alaka şimdi?

"Kendisi babam oluyor, babamı tanıyor musunuz?" İçeceğinden bir yudum alırken kafanı salladın. Ben ise hareket eden adem elmana, geriye düşen saçlarına ve gözlerini birkaç kez kırpışına odaklandım.

"Bu arada lütfen sizli bizli konuşmayalım, aramızda çok yaş farkı olduğunu sanmıyorum." Yaşlı göstermiyordun, hem de hiç. Senden önce dersime giren ingilizce öğretmeninin ne kadar yaşlı olduğunu varsayarsak ingilizce bilmem büyük oranda işe yaramıştı çünkü adam yaşlılıktan konuşamıyordu.

"20 yaşındayım ben, bir yıl Avustralya'dan buraya yerleştiğimiz için okula gidemedim ve bir yıl da hazırlık okudum. Siz-pardon sen, kaç yaşındasın?" Söylediğim her bir kelimeyi aklında tartıyor ve ezberliyormuş gibi bir halin vardı. Kafanı sallayarak kendin hakkında birkaç şey söylemeye başladın.

"Ben 28 yaşındayım. Tarihe, özellikle de olağanüstü canlıların tarihlerine olan ilgim yüzünden ailem beni birçok kursa yazdırmış ve sonuç olarak nitelikli bir üniversitede tarih öğretmeniyim." Sabaha kadar, sabaha kadar konuşsan sıkılmadan dinlerdim. Beni kendine çeken derin ama yumuşak bir ses tonun, oranılı el hareketlerin vardı. Her bir detayını incelerken sanki bir defineymişsin gibi sana dair ayrı değerli bir şey buluyordum.

"Benim gibi tarihe ilgi duyan birisiyle tanışmak bence harika. Ama senin aksine ben vampirlere inanıyorum ve gerçek olduklarını varsayıyorum." Anlar şekilde kafamı salladım. Buraya tamamen eğitimsel amaçlı gelmiş olmamız bir tık üzmüştü beni.

"O zaman Niki'yle konuşmanızı tavsiye ederim. Dersinizden sonra birilerine vampirlerle ilgili teorilerinden bahsettiğini duymuştum. " Kafanı olumsuz anlamda salladın, neden beni istediğini anlamamıştım ama hoşuma gitmişti. "Aynı düşünce tarzına ya da düşünceye sahip insanların bir konu hakkında ilerleme kaydedebileceğine inanmıyorum. Aksine, farklı düşünceleri savunan insanların birbirlerinin açıklarını bularak daha hızlı gelişebileceğine inanıyorum."

Bu daha sık görüşeceğimiz anlamına mı geliyordu? Hep bu kütüphanede mi buluşacaktık yoksa daha da yakınlaşacak mıydık? "Hatta, arkadaşlarımla bu konu hakkında konuşmaya ne dersin? Benden epey sıkıldılar da." İnsanlar evlenme teklifi aldıklarında bile bu kadar sevinmiyorken yüzümdeki sırıtış niyeydi? Bana daha tanışalı bir gün bile olmamasına rağmen ne yapmıştın böyle?

"Seve seve, kendi arkadaşlarımdan birkaç kişi de getirebilir miyim?" Kafanı salladığında ellerimi çırptım. Güldüğünde ortaya çıkan sivri dişlerin ve gamzen yüzünden odağım şaşarken telefonum çaldı. Ne zaman geçtiğini anlamadan saat sekiz olmuştu ve annem arıyordu, haber vermeyi unutmuştum.

"Gitmem gerekiyor, her şey için teşekkür ederim..." Sana nasıl hitap edeceğimi bilememiştim, benimki sesem sorun olur muydu acaba?

"Sunghoon, arkadaş arasında Profesör Sunghoon da derler ama." Gülüşümü saklamak için yanak içlerimi ısırdım ve kafamı salladım. "Görüşürüz o zaman Profesör." Gülümseyerek kalktın ve beni eve kadar bıraktın. O gün sayende el, boyun ve dudak fetişim azmış, bir de ek olarak profesör fetişi eklenmişti onların arasına.

CursedHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin