the color violet

232 30 48
                                    

"he took my heart, filled it with nothin but pain."

Kendimi garip hissediyordum. Pantolonuma deliğimden akan sıvı değiyor, iç çamaşırımı kirletiyordu. Tek dileğim arabanın koltuğuna geçmemesiydi.

Duş almadığımı söylememe gerek yoktu herhalde, her ne kadar vücudumu görüp her bir zerresini hissetse de onun evinde duş alma düşüncesi bana garip hissettirmişti ve buna gerek olmadığını düşünerek evde duş almaya karar vermiştim.

Sanki elleri az önce içimde beni kıvrandırmamış gibi direksiyonu kavrarken kendimi garip hissediyordum.

Bir yandan da kendimden utanıyordum. Ne olduğu belli olmayan, ay ışığının altında parlayan göz yaşının yanağından akmasına izin vermeyecek kadar inatçı, ailesini yeni kaybetmiş bir çocuğun hüznü vardı içimde. Kalbim binlerce parçaya ayrılmıştı belki de ama kırıkları canımı acıtamıyordu artık.

Aklımda binbir çeşit düşünce vardı ve herhangi birisine odaklanamıyordum bile. Sevişmemizin mi yoksa düşüncelerimin etkisinden midir bilmem, başım çatlayacak gibi ağrıyor, nefesim kesiliyor ama belli etmemeye çalışıyordum.

Düşüncelerimin mantığı yoktu, dudaklarım dümdüz bir çizgi halini almıştı ve ay ışığının yansıdığı camın yavaş yavaş bulanıklaşmasını izliyordum.

Yetersiz hissetmelerim, kalbimin sıkıştığı ve yutkunamadığım dönemler her zaman olmuştu, o zamanlarda sadece anneme sıkıca sarıldığımı düşünüp rahatlar ve işime devam ederdim. Şimdi ne yapacaktım?

Küçükken tişörtünün eteklerinden çekip kucağına almasını istediğim kadın aslında annem değil miydi? Ya da benimle baba oğul muhabbetleri yapan adam? Düşe kalka büyüdüğümüz o çocuk abim değil miydi?

Yanağımdan süzülen sıcak sıvı çeneme doğru akıp üzerime damladı. Tişörtümün kumaşından geçen ıslaklığı omzumda hissederken ürperdim. Ben kimsenin sevgisini hak etmeyen lanetlenmiş bir çocuk muydum?

Derin düşüncelerim beynimi esir ederken eve varmıştık. Işıklar yanmıyordu, annem ve babam, bunu söylemek artık garip geliyor, evde değillerdi çünkü. Araba durduğunda derin sessizlik etrafı kapladı. "Şey, iyi geceler o zaman." Arabadaki sessizliği bölüp kapıyı açtığımda boynumdan tutarak beni kendine çekti ve dudaklarımızı birbirine bastırdı.

Parmakları boynumda hareket ederken gülüyordu. Nasıl hissettirdiğini, üzerimde ne etki bıraktığını bilerek gülüyordu pisçe. Baş parmağıyla adem elmamı ovuşturarak dudaklarımızı ıslak bir sesle ayırdı. Hala etkisinden çıkamadığım öpücüğünün etkisi yüzünden sarhoşmuşum gibi yarım kapalı kalan gözlerime bakarak sırıttı.

"İyi geceler." Aklımı yitirmek üzereydim. Hislerimi açıklamak çok zordu. Sence o öpücükten sonra gecem iyi olabilir mi? "Sen gelmeyecek misin?" Meraklı soruma tek cevabı burnundan verdiği gülüş oldu.

"Gelmemi mi istersin?" Gözlerimi kaçırdım, bakışlarım ellerime inerken baş parmağımın tırnak etini yolmaya başladım. "Ama, ama neden böyle yapıyorsun!" Kafasını geriye doğru atıp güldüğünde açılan boynunun ay ışığıyla pekişmiş beyaz teni ortaya çıktı. Ağzım sulandı, yemin ederim ağzım sulandı. Köpek dişleri parlarken kendime hakim olamayacağımı hissettim.

"Tamam inelim o zaman, odanı merak ediyorum." Arabadan indi ve benim inmemi bekleyerek arabayı kilitledi. Gözleri Ay'a kaysa da hızlı adımlarla apartmana girmeyi başardık. Hızlıca bizim kata çıkıp eve girdikten sonra ışıkları sonuna kadar açtım. Karanlığa asla dayanamıyordum.

"Jake, ben bir vampirim ve bu ışık benim için çok fazla." Gözlerini ovuşturarak yanıma yanaştı. "O zaman benden uzak duracaktın, Park Sunghoon."

"Hm, öyle miymiş?" Belimden tutup beni kendine yaklaştırdığında kıkırdadım. O da benimle beraber güldüğünde, kısılan gözlerine, incelen dudaklarına ve tombikleşen yanaklarına baktım. Burnu kırışıyor, gözleri kapalı parantez şeklini alıyordu ve ben onu bu kadar yakından ilk defa görüyordum sanki.

Aramızda ne vardı bilmiyorum, sadece şu an onu sevdiğimi söylemem için iyi bir zaman değildi sanırım, çünkü tanışalı çok olmamıştı ama bana hissettirdiği şeyler bir ömürlüktü.

"Seni seviyorum." Benim aksime öyle düşünmemişti, beni seviyordu ve tanışmamızın üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin bunu içinden geldiği gibi söylemek istemişti. O gördüğüm en tatlı, aynı zamanda da en çekici adamdı.

Parmakları çenemi kavrayarak düşen bakışlarımı kendisine çevirdi. "Seni seviyorum." bir kez daha dudaklarına fısıldadı.  Dudaklarıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. "Seni seviyorum." Bir kanser gibi yayıldı vücuduma, yanaklarıma, boynuma, gözlerime bile. Her bir dokunuşunda beni sevdiğini söylüyordu.

Göz yaşlarım dayanamayıp aktığında, yaşların ıslattığı her bir yeri defalarca kez öptü. Kirpiklerimden öptü, iki eli yanaklarımı kavrayarak yüzümü okşadı. "Seni seviyorum."

Sunghoon düşüncelerinden, hissettiklerinden emin olabilen bir adam değildi. Beni sevdiğini nasıl fark etti, ya da ben onu sevdiğimi nasıl anladım bilmiyorum ama bana beni sevdiğini söylemesi beni çok mutlu ediyordu çünkü Sunghoon hislerini yorumlamak konusunda iyi değildi ve beni sevdiğini söylemesi benimle beraber büyüdüğünü gösteriyordu.

"Hayır," Gözlerimden damlayan iki damla yaş sesimin değişmesine neden olmuştu. "En çok ben seveceğim seni." Kıkırdayarak bana sıkıca sarıldığında ellerini belime doladı, o kadar sıkı sarılıyordu ki kaburgalarımın ellerine değdiğinden emindim. O kadar sıkı sarılıyordu ki, sanki hiç bırakmayacakmış gibiydi.

———

Uzun bir inleme bıraktım odaya. Çıplak vücudundan akan terlerin benim için olduğunu bilmek bile yetiyordu bana. İçimden çıktı, sırtını geriye atarak yatak başlığına yaslandı, kalçasını yastıkların üzerine yerleştirdikten sonra ayak bileğimi sıkıca tutarak beni kendine yakınlaştırdı.

Belimi kavrayarak kucağına tekrardan yerleştirdiğinde bacaklarımız iki yana açılmış, tekrar içime girmişti. 90 derece açık bacaklarımı kavrayarak beni kendine bastırmaya devam ederken tüm vücudum sallanıyordu. Saçlarım terden alnıma yapışmıştı.

Islak sesler her yerdeydi. Kafasını boynuma gömdüğünde diliyle tüm boynumu yalamış ve dişlemişti. Odada yankılanan sesler iyice artmıştı çünkü artık kendimi ona bastırmaya başlamıştım. Kalçamı hareket ettirerek zıplamaya devam ettiğimde baldırlarıma tırnaklarını geçirdi. "Jake." Derinleşmiş ve çatallaşmış sesi adımı zikrettiğinde boşalmak üzere olduğumu fark ettim.

"Ne oldu?" Ellerimi yatağa koyarak vücudumu sabit tutmaya çalıştım. "Bacakların, çok ince." Anlamamış şekilde ona dönmeye çalıştım. Hala sıkıca tuttuğu bacaklarım ve içimde hareket edişi yüzünden başarısız oldum. "Her zaman nasıl mutluysan öyle olmanı istiyorum." Nefes nefese olduğumuz için cümleler arasında duraklamalar, zıplamaya devam ettiğim için de arada küfürler vardı ama ne dediğini anlayabiliyordum. "Ama, okulda yemek yemediğini biliyorum. Evde de sana yemek yapacak kimse yok."

Ellerini bacaklarımdan ayırarak tüm vücudumu yatağa yatırdı ve kalçalarımı dışarı çıkarttı. "Bu şekilde olmana izin vermeyeceğim." Üzerime eğildi ve ensemden başlayarak belime kadar dudaklarıyla yol çizdi. Dediklerini mantıklı düşünemeyecek kadar dolu hissediyordum.

Son bir kez daha içimde hareket etti ve ben karnımı o da benim sırtımı kirletti. Nefes nefese şekilde kendini yanıma attığında yüzüstü yattığım için komik duran yanağıma ve burnuma birer öpücük kondurdu.

"Seni seviyorum." Gülümsedim, beni sevdiğini bilmek beni mutlu ediyordu. Karşılığını vermediğim için pişman olacağımı bilsem de.

CursedHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin