"Stay with me, i don't want you to leave."Bugün sen benden gideli uzun zaman oluyor. Uzun zaman değil, tam olarak 3 yıl, 4 ay, 11 gün ve 7 saat. Zaman kavramımı seninle kaybettim, beraber geçirdiğimiz huzurlu zamanlarda saatin nasıl geçtiğini anlamaz, büyü yaptığını sanardım. Şimdi ise hayatım buna bağlıymış gibi saate bakmadan duramıyorum, bana bir söz verdin çünkü.
Birbirimize iyi gelecektik, sevecektik, kollayacaktık. Üniversitedeki aptallara karşı ne olursa olsun koruyacağını söylemiştin beni, sayende kendimi o kadar boş bir teneke gibi hissediyorum ki, bana denilen şeylere kulak asmıyorum bile. Asmadığımdan değil, asamadığımdan. Çünkü kalbime hançer gibi saplanan şey onların sözleri değil, senin yokluğun.
Bazen kendimi o kadar garip hissediyorum ki, kimseye bir şey söyleyememek, geceleri aniden uyanmak ve sürekli umutlarımın boşa çıkması garip hissettiriyor en çokta. Çünkü ben sana iyi gelecektim, Sunghoon, şimdiyse kendime bile gelemiyorum. Heyecanla gittiğim o sınıfa bile giremiyorum artık. Anılarımızla dolu çünkü her yer.
Kendime dokunamıyorum, vücudumdaki soğuk ve içimi ürperten o minik dokunuşlarını hissetmediğim her gün acı içinde kıvranıyorum ve biraz da ağlıyorum. İlk günlerde çok ağlamıştım, odamdan çıkamayacak ve nefes alamayacak kadar çok. Kokunun sinmediğini bilsem de tişörtlerini kokladım her dakika, hava karardığında ise sadece kulaklığımı takıp ağladım.
Jungwon'la aramız iyi değil, kendini suçluyor sürekli. Ona bunu yapmaması gerektiğini söylüyorum ama içten içe ona çok, çok...neyim ki? Sinirli mi, kırgın mı, neyim ki ona karşı? Duygularımı bile adlandıramıyorum artık, biliyor musun? Bilmesen de olur, yanımda olmadığın sürece bilsen ne değişecek ki?
Heeseung ve Jay geliyor bazen yanıma. Nasıl olduğuma bakıp sohbet etmeye çalışıyorlar, sevgili olduklarını benden önce öğrenmişsindir kesin. Anılarına şahit olamayacaksın ama. Yoksun çünkü. Yine yoksun, neden yoksun yanımda? Beni bir başıma bıraktın ve bununla başa çıkamıyorum.
Sanki, herkesin hayatı yolunda ama hep tuzaklara takılıp düşen ve kalkamayan kişi benmişim gibi. Herkes yoluna gidiyor, bir şeyler başarıyor ama ben bir bok olamayacakmışım gibi, yanımda olsaydın bana kızardın, ama değilsin. Yanımda olsaydın her şey çok farklı olurdu, kendimden iğrenmezdim mesela.
Hiçbir şey üzerimde güzel durmuyor, aynada gördüğüm yansıma tatmin edici değil, yanımda kimse yok. Ben mi abartıyorum, insanlar mı normal karşılıyor anlamıyorum. Yokluğun bu derece kabul edilebilir mi gerçekten? Kafayı sıyırmama gerek yok mu yani?
Eski mesajlaşmalarımızı okumaktan sıkıldım. Yenilerini gönderemeyeceğini bilsem bile beklemek bir süre sonra acıtmaya başladı.
Senin telefonunu da bana verdiler, şifreni doğum günüm yapmışsın. İçimde biriktirdiğim onca şeyden sonra doğum tarihimi girdiğim anda kilidi açılan telefonuna ağladım tüm gece. Sonra üzerime dökülen suya ve yatak örtümün üzerindeki desene. Kulaklığımda çalan şarkıyı beğenmediğim için ağladım, biraz da yastık kılıfımda kalan kokuna.
Bazen, durduk yere bir olayın bütün yaşamımı değiştireceğine inanırdım. En çokta bu mecburi eve dönüşler sırasında. Tam odamın eşiğinde, içeri girecekken yakalardı bu duygu. Eşikte öylece kalır, gözlerim dolar, çocuksu bir umutla bir şeylerin olmasını beklemeye başlardım. Sonra ne olurdu biliyor musun? Etraf bulanıklaşır, gözlerim kör olurdu.
Çevremde seni bilmeyen herkes yalnızlığımı anlatıyor bana, insan kendi boşluğunu bilmez mi hiç? Havuca sen turuncusun, demekle aynı şey değil mi bu şimdi? Ayrıca, her gece senin hayalini kurarken nasıl bir başkasıyla tanışabilirdim ki? Kimi sevebilirdim senden başka, senin yokluğunda yok olan birisi kimi sevebilirdi sen hariç?
Bu, benim içinde olabilmem için çok hileli bir oyunmuş, Sunghoon. O kadar hileli ki bazı insanlar her şeyi yapabilirken bazıları sadece kenardan izleyip hak ettiğini almayı bekliyor. Sadece bekliyorlar ama, orada öylece duruyor ve sabırlıca bekliyorlar. Ben ne sabırlı ne de hileci olanlardanım ve bu oyun benim için çok zor. Yaşam benim için bir oyunmuş meğersem.
Biliyor musun, şu an gelmen için çok iyi bir zaman. Çünkü, çünkü bana dedin ki senin gittiğin yaşa geldiğimde geri dönecektin. Tamam, daha 28 yaşında değilim, belki gelirsin diye öyle dedim. Sonuçta gelmedin yine, ne dersem diyeyim gelmiyorsun zaten. Orasını mı sevdin yoksa benden mi soğudun, inan bilmiyorum. Eğer ikinci seçenekse olacakları düşünemiyorum bile.
Peter'in Wendy'yi kaybettiği gibi kaybettim seni, arasam da bulamam artık. Çok aradım ama, dönmeyeceğini bilmeme rağmen aradım seni. Sherlock Holmes bile şaşar kalırdı, sen gelmedin Sunghoon. Çünkü sen beni görmüyorsun, Sunghoon, ve ben seni seviyorum.
Seninle sabahladığımız geceleri çok özledim, şu anda da uyuyabildiğim pek söylenemez ama o zamanlar yanımda sen vardın. Uykulu sesin, kahve gibi kokan ve vücudumda afrodizyak etkisi bırakan saçların, yumuşak dudakların vardı. Senin bana 'iyi geceler' demediğin her gün daha da az uyudum ben. Günün sonunda yaşayan ölüye dönüştüm, tıpkı o gün kendini betimlerken kullandığın birkaç önemsiz kelime gibi.
"Uzun zamandır nefes almıyor, uyumuyor, yemek yemiyor veya doğru düzgün bir şey içmiyorum. Yaşan ölü gibi bir hayat sürüyorum..."
Şimdi sana dönüştüm, eskiden sorsan olmak istediğim tek kişinin sen olduğunu söylerdim ama şu an yaşayan bir ölüden ibaretim. Üniversiteden atıldım, gitmediğim ve finallerimi vermediğim için. Belki umursarsın.
Gözlerimin içine bakarak ne düşündüğümü bilmeni çok özledim. Seninle beraber olduğum süre sensizliğimden daha kısaydı ve ben bu düşünceye dayanamıyorum. Dinlediğim her şarkı, söylenen her söz ve gördüğüm her tabelada aklıma sen geliyorsun. Sahi, aklımdan hiç çıkmıyorsun ki.
Heeseung geleceğini söyledi, peki gerçekten gelecek misin? Söylediğin her bir söz, ağzından çıkan her kelime her saniye aklımda dolaşıyor ama sesini unutmaya başladım, Sunghoon. Bunun acısını biliyor musun? Sevdiğin birisinin sesini unutmak ne kadar zor, tahmin edebiliyor musun?
O kadar uzun zamandır odamdan dışarı çıkmıyorum ki Heeseung ve Jay beni dışarı çıkardığında kaçıp tek başıma parka gittim. Hatırlıyor musun o parkı? Yağmurun altında saatlerce öpüştüğümüz ve ben hasta olduğumda bana çorba yaptığın o parkı? Senin hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyorum çünkü ben beraber salıncakta sallandığımız o günü unutamıyorum. Bana ilk defa orada beni sevdiğini söylemiştin çünkü.
Yorganıma sarılıp ağlamaktan başka çarem yokmuş gibi geliyor çünkü hiçbir şey bilmiyorum. Nereye gittin, neredesin, neden gelmiyorsun? Hiçbirini bilmemek beni öldürüyor, Sunghoon?
Bazen beni öptükten sonra dudaklarımda bıraktığın kahve tadını çok özlüyorum. Benim kafeinim sendin sevgilim, uyanık kalmam için sana aşık olmam yeterliydi ve çok aşığım, delicesine aşığım sana, Sunghoon.
Daha kaç yılı sensiz geçirmem gerekecek sevgilim? Daha nr kadar yokluğunda acı çekmem gerekecek? Heeseung'ın boş vaatlerini daha ne kadar dinlemem gerekiyor? Sana dair söylediği her şeyin yalan olduğunun farkındayım ama aptal kalbim yalanlarına inanmayı tercih ediyor. Neredesin, lütfen söyle. Dayanamamaktan çok korkuyorum, Sunghoon.
Bir kere daha gözyaşlarım yüzümde kurumuş şekilde uyanmak istemiyorum, yastık örtümün ıslanmasını da. Ellerin belimde, ben senin saçlarını koklarken senin gülümsediğin bir hayatımızın olması bu kadar zor muydu?
gecis bolumu kanzi cok da saapma agla gec
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cursed
FanfictionÜniversiteye yeni başlayan Jake, tarih ve mitolojik canlılar hakkında oldukça bilgili olan Profesör Sunghoon'a karşı güçlü bir çekim hisseder.