"You're not good for me, but baby i want you, i want."
Jake'ten
Bana benden bahsetmek mi? Bunu olabilecek en derin ses tonuyla söyledikten sonra birkaç saniye yüzüme baktı. Beni daha tam olarak tanımayan birisinden kendimi dinleyecektim ve açıkçası bu kişinin Sunghoon olması beni geriyordu."15 Kasım'da doğdun. Çocukluğun yalnız geçti çünkü diğer insanlarla iletişim kurma konusunda kötüydün ve abin sana bu konuda destek olmuyordu. Yoksa üvey abin mi demeliyim?"
Ne.
"Jiwoong'un üvey abin olduğunu, hatta annen ve babanın gerçek ebeveynlerin olmadığını bilmiyordun sanırım. O zaman sana anlatayım. Sen daha yeni doğmuştun, ailen seni herkesten saklıyordu ve herkese senin aslında 8-9 yaşlarında bir çocuk olduğunu ama iletişim kuramadığın için kimseye görünmediğini söylüyorlardı. Oysaki sen doğalı birkaç gün olmuştu ve annen gebe olduğu tüm dönem boyunca güneş ışığı bile görmeden saklanmıştı. Oldukça soylu bir aileden geliyordun ve annenin kurt bile olmayan bir adamdan çocuk peydahlaması duyulursa büyük olay olurdu."
"Her şeyin üzeri örtüldü, annen seni birkaç ay daha baktı ve annenin babası, yani asla tanımadığın deden bir şekilde tüm gerçeği öğrendi. Annenle aralarında büyük bir kavga çıktı ve senin melez bir kurt olduğun, ayrıca yeni doğan bir bebek olduğun tüm halk tarafından öğrenildi. Diğer soylu aileler ve mitolojik yaratıklar anneni kınadı ve kurtlara düşman kesildiler. Sizin yüzünüzden diğer yaratıklarla araları bozulan suçsuz kurtlar sizin ailenize saldırdı ve işte o zaman olan oldu."
"Annen o zamanlar yaklaşık 10 yaşında olan bir çocuk buldu. Bu, sana oldukça benzeyen ve abin olduğunu sandığın Jiwoong'du. Seni onunla beraber ailen olduğunu sandığın Bay ve Bayan Sim'in kapısına bıraktı. Yıllardır çocukları olması için her türlü işlemi yapmış Sim ailesi sizi görünce bir terslik olduğunu anlamadan büyütmeye başladılar."
"Aradan 10 yıl geçti, sen çocuk olduğun için belirti göstermedin ama Jiwoong için aynısı söylenemezdi. 20 yaşında bir kurdun kaynayan kanını kim durdurabilirdi ki? Özellikle de hoşlandığı kız için evden kaçarken. Ama bilmediği şey o kızın tek kuklasının kendisi olmadığıydı. Aşk gözünü öylesine kör etmişti ki, ne kullanıldığından haberi vardı ne de başına açacağı sorunların."
"Jiwoong bir sirene aşık olmuştu, hem de en sinsi, en kurnaz sirenlerden birisine. Lee Minjae'ye. O zamanlar Minho'nun nişanlısı olan ve bir gün evleneceği kişi olan Minjae hem Jiwoong'la sevgiliydi hem de Minho'nun nişanlısıydı."
"Bugün Minho'nun da söylediği gibi, onun türü oldukça nadir rastlanan ve çok iyi saklanması gereken bir türdü. Türü hakkında konuşabildiği tek kişi Minjae'ydi ve Minjae bunu kendi lehine kullanmak istemişti. Minho her şeyden bihaber ailesi sırlarını nişanlısına anlatırken, nişanlısı ondan sakladığı sevgilisini büyüleyip nişanlısına saldırtmayı planlıyordu."
"Minjae dolunayın olduğu bir gecede kulakları sağır edecek bir melodiyle şarkı söylemeye başladı. Jiwoong dolunay yüzünden zaten hassasken bir de siren sevgilisinin şarkısı yüzünden adeta büyülenmiş şekilde evinizden kaçtı. Minho'nun evine vardığında ise yapması gerekeni yapamadı."
"Yapması gereken Minho'yu korkutarak tehdit etmekti ama Jiwoong kendine hakim olamadı ve Minho'nun annesini, babasını ve nişanlısını öldürdü, yani kendi sevgilisini. Her şeyi anladığında ve Minjae öldüğü için büyünün etkisi geçtiğinde ise oradan kaçtı. Onun kanlı yüzünü silik şekilde hatırlayan Minho ise Jiwoong'un sen olduğunu düşünüyor ve bu yüzden ailesini katleden katili ortadan kaldırma planları kuruyor."
"Hayır, yalan bunların hepsi. Çocuk mu kandırıyorsun sen?" Karşımda sabrı sınanıyormuş gibi nefes veren Sunghoon'a baktım. Parmaklarıyla göz pınarlarını ovuşturup baygın gözlerle bana baktı tekrar. "Jake, neden seni kandırmaya çalışayım? Onu da geçtim işsiz miyim bu kadar uzun bir şeyi düşünüp senaryo hazırlayayım? Prestijli bir üniversitede tarih öğretmeniyim, sence vaktimi buna harcar mıyım?"
Kafam zonklamaya başlamıştı, kendimi zaten iyi hissetmiyordum, bu duyduklarımdan sonra çok daha kötü hissediyordum. Ailem ailem değildi, abim abim değildi, ben insan bile değildim? Çıldırmak üzereydim gerçekten.
"Bunları bir anda söylemeyi beklemiyordum, özellikle de böyle bir günde. Ama artık bunları saklamaktan cidden yoruldum, özellikle de Jiwoong'un gerçeği bilmesine rağmen kendini korumak için saklanmasından."
Hiçbir zaman, bakın hiçbir zaman kötü bir kardeş olmadım. Jiwoong'un sinirlenişleri, bağırışları ve beni odasından kovuşlarını her zaman onun yapısının böyle oluşuna yordum. Ama bir insan ne kadar sinirli olsa da, sabırsız olsa da, konu sevdiği birisi olduğunda değişebilmeliydi. Jiwoong ise bunların hiçbirini yapmamıştı.
"İstiyorsan seni evine götürebilirim, yalnız kalmak istiyorsan gidebilirim de." Bakışlarım karşımda duran sehpaya kayarken gözlerim dolmuştu. Neredeyse 21 yaşına girecektim ve hayatım hakkındaki en büyük gerçekleri beni büyüten insanlar yerine yeni tanıştığım birisinden öğreniyordum. "Ben gideyim o zaman." Sessiz kalışım yüzünden yalnız kalmak istediğimi düşünüp ayağa kalkmaya yeltenen Sunghoon'u elinden tutarak yerine oturttum.
Bakışlarım ona kaymamıştı çünkü gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Yanağımdan süzülen gözyaşlarını görmesine gerek de yoktu. Hıçkırığımı içime atarak derin nefes aldım. Olduğu yerde öylece durarak tedirgin bakışlarla bana bakmaya devam ettiğinde gözlerimi sıkıca yumdum ve hıçkırıklarımı tutmayı bıraktım.
"Kendini sıkmana gerek yok. Sana su getirmemi ister misin?" Kafamı olumlu anlamda salladım ve ağlamaya devam ettim. Oturduğum yerde dizlerimi kendime çekerek ağlamaya devam ederken yanımdan az önce kalkmasına rağmen birkaç saniye içinde elinde su dolu bir bardakla yanımda belirmişti.
Ellerim titrerken suyu içmeye çalıştığımda beni çenemden tutarak bardağı dudaklarıma dayadı ve yavaşça suyu içirmeye başladı. Bakışları arada bir dudaklarıma kaydığında midemde garip bir kasıntı hissediyordum. Ağladığım için tüm yüzün kıpkırmızı olmuştu, özellikle de gözlerim, yanaklarım ve dudaklarım.
Bardağı dudaklarımdan uzaklaştırdı ve dudağımın kenarından damlayan bir damla suyu hala çenemde olan elinin baş parmağıyla sildi. Midemin kasılışları hızla artarken kalp atışlarım düzensizleşti. Ben gözlerimi kaçırdığımda yutkundu ve hala çenemde duran, yanaklarımı sıkan parmaklarını gözlerime çıkarttı. Bakışlarının ve odağının sahibinin ben olduğumu biliyordum ama ne ona bakacak cesaretim vardı ne de karşılık verebilecek.
Baş parmağıyla göz yaşlarımı sildiğinde çenemden ayrılan elinin soğukluğunu tüm vücudumda hissettim. Ne düşünmem, ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ailemin gerçek ailem olmaması, yıllarca abi dediğim kişi tarafından arkadan bıçaklanmam gözümde küçüldü bir anda, sanki her gün ailem tarafından terk ediliyormuşum gibi alışmış ve hızlıca kabullenmiştim bu hissi.
"Jake." Sesinin derinden gelen dokusuyla dilimi ısırdım, ismimi bu kadar iyi zikreden bir kişi bile yoktu dünya üzerinde. Her bir harfi zevkle söylüyormuş gibi dökülüyordu dudaklarından ismim.
Cevap veremiyordum, dudaklarımı oynatsam bile ne diyeceğimi kestiremiyordum ve bu o kadar gericiydi ki ellerim terlemeye, kalbim durmaksızın atmaya başlamıştı.
"Tam şu an seni istesem, bencillik olur mu?" Siktir, siktir ve...siktir.
officially tüm taslaklar bitti
bb
oy
verin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cursed
FanfictionÜniversiteye yeni başlayan Jake, tarih ve mitolojik canlılar hakkında oldukça bilgili olan Profesör Sunghoon'a karşı güçlü bir çekim hisseder.