"Every time you try to forget who i am, i'lI be right there to remind you again."
"Jungwon!" Seslenişimi umursamadan ilerlemeye devam ettiğinde koşarak kolundan yakaladım onu. "Kendi kendine triplere girmeyi kes." Ağzından 'hah' gibi bir ses çıktı ve kolunu tutuşumdan kurtararak uzaklaştı. "Seni uyarmama rağmen onunla gülüşüyorsun, onu sevmediğimi söylememe rağmen onunla takılıyorsun ve tribe giren benim, öyle mi?""Evet öyle! Biz seninle arkadaşız, Jungwon. En yakın arkadaşından bu kadar uzun süre bu kadar uzak kalabilmek senin için önemli olmayabilir ama benim için çok zordu, tamam mı? Haftanın her günü sınavımız olsa bile beraber çalışıyorduk, gömleğinin düğmesi koptuğunda bile ilk bana anlatıyordun. Şimdi ne değişti?"
"Abinle çıkıyorum. Değişen bu. O bana senin hakkındaki gerçekleri anlattıkça iğreniyorum senden, muhattap olmak istemiyorum. Bana tanıttığın Jake ve Jiwoong'un anlattığı Jake çok farklı, sen, sen iğrenç birisin!"
Uzaklaşarak çıktığında dediklerini hazmedemeyerek yere çöktüm. Abimle çıkıyordu ve onun benim hakkında dediklerine inanıyordu. O benim hakkımda ne biliyordu ki beni en yakın arkadaşıma kötülüyordu, en kötüsü de Jungwon'un bunlara inanmasıydı.
Jiwoong'a benden nefret etmesini sağlayacak ne yapmıştım ki? Her zaman onun köpeği gibi ne derse onu yapmıştım, fazla konuşmasak bile sonuçta o benim abim, diye düşünerek gönlünü hoş tutmaya çalışmış sonunda kaybeden yine ben olmuştum. Peki neden benimle olan sorununa Jungwon'u da katmıştı?
"Jake, iyi misin?" Sunghoon'un endişeli sesini duyduğumda avuçlarımla yüzümü kapatarak beni görmesini engellemeye çalıştım. Ağlayınca oldukça çirkin görünüyordum ve Sunghoon'un beni bu halde görmesini istemiyordum.
Ayrıca her ne kadar öyle düşünmek istemesem de Jungwon haklıydı, Sunghoon'la daha yeni tanışmıştık ve her ne kadar ona güvenmek istesem de onu tanımıyordum.
Elleriyle ellerimi kavradı ve yüzümü açtı. Gözlerini üzerimde hissederken odağımı ona çevirmedim. "Ne oldu sana?" Sıcak avuç içi yanağımı kavradı ve gözyaşlarımı sildi. Hiçbir şey demeyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bana anlatabilirsin."
"Sana anlatabilir miyim?" Alaylı ses tonuyla çıkıştım, ona neyi anlatacaktım ki? "Neredeyse iki aydır birbirimizi tanımamıza rağmen senin hakkında bildiğim şeyler ismin ve tarih öğretmeni olduğun. Sana nasıl güvenmemi bekliyorsun?"
Derin bir nefes vererek ellerini dizlerine yerleştirerek destek aldı ve ayağa kalktı. Elini bana uzatarak kalkmamı sağladı ve az önce sımsıcak olan ellerinin nasıl bu kadar soğuk hissettirdiğini düşündüm. "Beni tanımak mı istiyorsun, tamam, tanıtacağım." Elimden tutarak diğerlerinin yanına götürdü beni. Herkes kızarak gözlerimi ve yüzümü görünce endişeli şekilde baksa da umursamadım ve burnumu çekmekle yetindim.
"Jake bizi tanımak istiyor." Know güldüğünde geri kalan herkes ciddi bir yüz ifadesi takındı. Sanki yaratıklarmış gibi davranmalarına anlam veremiyordum, ünlü bir suç çetesinin gizli ajanları falan olabilirler miydi?
"Küçük çocuklara mitoloji mi öğreteceğiz cidden?" Know ayağa kalkacağı sırada Niki onu kolundan tutarak geri oturttu.
"Şımarıklığın sırası değil, Minho. Jake belki de uzun yıllar aramızda olacak ve bizi tanımaya hakkı da var." Hyunjin Minho'ya baktıktan sonra Sunghoon'a döndü. "Ama önce bir emin olmamız lazım. Kimsenin duymadığından."
_____
Hyunjin'in arabası önde, bizim arabamız arkada bir yere gidiyorduk. Soru sormaya korkuyordum ve başıma ne geleceğini bilmiyordum. Sunghoon'a duyduğum bu anlamsız güven niyeydi mesela, ya da neden Hyunjin duyulmaması gerektiğini söylemişti?
Arabasına her bindiğimde yüzünü incelemekten alamadığım gözlerim şimdi ona bakmaya korkuyordu. Aklıma gelen binlerce düşünce, doğru olabilme ihtimalleri beni korkutuyordu en çok. Sunghoon dışarıdan baktığınızda gerçekten sizi etkileyecek bir adamdı. Yüzüne özenle dağıtılmış benleri, alnından gözlerine uzanan saçları, uzun bacakları, dolgun dudakları, gözlerindeki o bakış sizi yerle bir edebilirdi ve onun büyüsüne kapılabilirdiniz.
Onun yanındayken kendinize bakar ve her yönden eksik hissederdiniz. Kıyafetleri yeni ve pahalı, davranışları bir kraliyet prensini aratmayacak kadar zarif ve sakindi. Gözü döndüğünde ya da ters bir anına denk geldiğinizde sizi yalvartabilecek bir gücü ve kelimelerle tanımlayamayacağım bir aurası vardı.
Onunla öpüşmüştüm, ilk öpen oydu ama en çok etkilenen bendim. Daha fazlasını da istiyordum hatta, belki yapmamalıydım, yanlıştı ama yine de onu tatmak istiyordum. Kalbimde hissettirdiği ağır sızı sayesinde yaşadığımı hissediyor, ona daha da bağlanıyordum sanki ama yine de onu istemekten vazgeçmiyordum.
Yaptığım büyük doğruların içinde bile yanlışlar vardı, o en büyük yanlışım olsa ne olurdu ki? Onu sevmek günahkar olmak demek miydi? Böyle mi tanımlamalıydım duygularımı? Yanımda oturan ve aklından neler geçtiğini bilmediğim bu adama karşı olan duygularım sadece ergen aşkım mıydı? Baygın gözlerine, direksiyona yön veren zarif ellerine, adem elmasından öpmek istediğim boynuna karşı olan hislerim geçip gidici miydi?
Paragraflarca soru, cevabı da tek bir anahtarla cevaplandırabileceğim kadar kolay değil. Tıpkı bir labirentin içindeyim ve ben cevapları ararken sen haritayı her geçen saniye parçalıyorsun. Senin hakkında öğrendiğim her bir bilgi aslında ayrı bir sır olacak, bunu bilmeme rağmen neden seni takip ediyorum, neden kendin hakkındaki gerçekleri yarım yamalak saçmalamana izin veriyorum?
Beni bir daha öpecek misin mesela, dersime girecek misin, bilmiyorum ve öğrenemeyeceğim de. Çünkü sen bir sır küpüsün ve ben seni açmaya çalışırken kendimden olacağım. İçim içimi yerken öleceğim ve birazdan öğreneceğim büyük sırrın yüzünden ilelebet sana bağlı kalacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cursed
FanfictionÜniversiteye yeni başlayan Jake, tarih ve mitolojik canlılar hakkında oldukça bilgili olan Profesör Sunghoon'a karşı güçlü bir çekim hisseder.