2. BÖLÜM

196 56 24
                                    

    

    Sol Sevilla

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

    Sol Sevilla

          Tatilin ikinci gününde planladığımdan daha erken uyanmıştım. Yapacak bir şey olmadığından İspanya' da zaman zaman yaptığım gibi dışarı paten kaymaya çıktım. Büyükannem beni merak etmesin diye odasının kapısına dışarı çıktığımı bildiren bir not yapıştırdım. Kaskımı ve dizliklerimi giyip dışarı çıktım. Paten kaymak beni mutlu ediyordu çünkü onlarla özgür hissediyordum. Dışarıda kayarken evin yakınlarında bir park olduğunu dün fark etmiştim ve şimdi gitmek için iyi bir zamandı. Bu yüzden oraya doğru kaymaya başladım. Derken yalnız olmadığımı anladım. Üç çocuk daha burada futbol oynuyordu. Gerçekten iyi oynuyorlardı. Durun biraz bunlar üçüz mü? Birbirlerine ne kadar da benziyorlar. Bunu kontak lenslerim olmadan dahi anlayayabilmiştim. Ben onları izlerken kırmızı tişört giyen dağınık saçlı çocuk bana baktı, diğerlerine beni işaret ederek bir şeyler söyledi. Beni yanlarına mı çağıracaklar? Ah, hayır! Çok erken konuştum. Sarı tişört giyen dik saçlı çocuk topa sert bir şut çekti. Top tam suratıma çarpacakken hızlı bir refleksle ellerimi yüzüme siper etmiştim. Şutun sert olduğunu topun ısısından anlamıştım. Ellerim acımıştı ama bu uzun sürmedi. Elimdeki topa bakarken yeşil tişört giyen saçı kahküllü biçimde alnına düşen çocuk kardeşine bağırdı.
- Kota, sen ne yapıyorsun? Böyle konuşmamıştık. Onu buraya çağıracaktık hani?

          Demek bana şut çeken çocuğun adı Kota' ydı. Kota kardeşine umursamaz şekilde cevap verdi.
- Biliyorsun Ryuji, antrenmandayız. Bunu futbol bilmeyen biriyle harcayamam.

          Diğer kırmızılı ona sert şekilde cevap verdi. Kardeşinin söyledikleri hoşuna gitmemişti anlaşılan.
- Sırf futbol oynamıyor diye birine böyle Şut çekemezsin Kota!

          Ne saçmalıyordu bunlar? Futbol bilmediğimi de nereden çıkarıyorlar. Ben Estrella Collage' nin amigo kaptanıyım yani okulun futbol takımıyla hep iç içeyim ayrıca kuzenim de takımın kaptanı. Ben düşünürken Ryuji bana seslendi.
- Topu geri atabilir misin? Şut için ben özür dilerim. Kardeşim ne yaptığının farkında değil.

          Demek kardeşlerdi. Gerçi ben bunu önceden anlamıştım. Topu atmak için aklıma bir fikir gelmişti. Parka girebilmek için merdivenleri inmem gerekiyordu hem de patenlerle. Topu havaya fırlatıp birkaç parende atıp yukarı zıplayarak topa sert bir şut çektim. Başta Kota' nın suratına atmak istesem de bunu yapmadım. Ama başını sıyırmasını sağladım. Bu kadar kötü biri değilim.

          Patenlerimle yere harika bir iniş yaptım. Bunu ağızları açık izlemişlerdi. Eee, ne sandınız? Ben Sol' üm, hiç bu sözlerin altında kalır mıyım? Bunun üstüne Ryuji yutkunarak tepki verdi.
- Bunu nasıl yaptın? Demek istediğim bu harikaydı! Ne dersin Kota?
- Evet, öyleydi.

          Seni gıcık, insan bir özür diler. Onca şey söyledin. O sırada hâlâ adını bilmediğim kırmızılı dağınık saçlı çocuk da tepki vermekte gecikmedi.
- Kota, bir özür dilemeyecek misin?
          Kota sessiz bir şekilde ona cevap verdi.
- Özür dilerim.

          Deyiverdi.  Gerçi hiçbirimiz duymamıştım ama neyse. O Bunu söyledikten sonra dağınık saçlı çocuk bana döndü.
- Sen profesyonel futbolcu falan mısın?
- Hayır, ben bir amigoyum. Futbol oynamıyorum ama oynayanlar için tezahürat yapıyorum takımımla birlikte.
- Kaptan mısın yoksa diğer göstericilerden misin?
- Kaptanım.
- Son soru, sen kimsin?
- Bunu asıl sana sormalı. Ne zamandır sizi izliyorum. Kardeşlerinin adını öğrendim ama seninkini hâlâ bilmiyorum.
- Ben Ouzou, Ouzou Furuya.
- Ben de Sol Sevilla.
          Ryuji hiç beklenmedik bir şekilde konuşmaya dalıverdi.
- Yoksa sen İspanyol musun?
- Evet Ryuji, tanıştığıma memnun oldum.
- Biz de memnun olduk. Futbolla biraz ilgilisin sanki, eğer istersen öğleden sonraki maçımızı izlemeye gel. Merkezdeki stadda.
- Peki ama şimdi eve gitmeliyim. Ve bir şarkı yarışmasına yazılacağım, daha sonra gelirim.
- Sen şarkı mı söylüyorsun?
- Hah! Elbette söylüyorum.

                               (...)

          Büyükannemle birlikte kahvaltı yaparken beni sorguya çekti.
- Japonya' yı sevdin mi bakalım Sol?
- Evet, burası çok güzel. Hatta arkadaş bile edindim.
- Öyle mi...

          Konuşması telefonuma gelen mesajın sesiyle yarım kaldı. Gelen mesaj Kevin' dandı. Kafenin açıldığını ve yarışma için kayıtların başladığını haber veriyordu. Ona teşekkür edip telefonu yerine koydum. Büyükannemin bakışlarına maruz kaldığımı fark edince ona döndüm.
- Bir şey mi oldu büyükanne?
- Evet, telefonun.
- Ne olmuş telefonuma?
- Yemekte telefon olmayacak konusunda hemfikiriz sanıyordum.
- Ah! Üzgünüm ama unuttum. Çünkü önemli bir mesajdı. Açmam gerekiyordu.
- Neymiş bu "önemli mesaj" peki?

          Önemli mesaj derken parmakları ile tırnak içine almıştı. Yani sinirliydi. Sesimi olabildiğince tatlılaştırdım.
- Şey büyükanneciğim, burada bir müzik kafe var ve orada bir şarkı yarışması düzenleniyor. Ben de katılmak için bana haber versin diye numaramı orada çalışan bir çocuğa verdim.
Bu da onun mesajı işte.
- Yarışma demek, şimdi anlaşıldı. Yine rekabet edebileceğin bir şey buldun anlaşılan.
- Evet, bu yüzden hızlı olmalıyım.
- Neden, kayıtların ne acelesi var?
- Çünkü bir maça davetliyim. Bugün öğleden sonra. Eğer kayıt işini sabah halledersem öğleden sonra maça yetisebilirim.
- Anlıyorum. Peki seni kim davet etti?

          Bakışları imalıydı ve sırıtıyordu. En iyisi anlamazdan gelmek ve her şeyi olduğu gibi anlatmak.
- Bu sabah tanıştığım bir çocuk. Paten kaymak için köşedeki parka gittim ama orada futbol oynayan üç çocuk vardı. Tanıştık. Onlara amigo olduğumdan bahsedince beni bugünkü maçlarına davet-  ah! Ben çıksam iyi olur büyükanne.

          Anlaşılan kafasındaki düşünceleri temize çekmeyi başarmıştım. Bakışları normalleşmişti.
- Sol, istersen ponponlarını da al! İhtiyacın olabilir.
- Tamam, hemen alıyorum.

          Oh be, sonunda özgürüm! Şu yetişkinler, Her şeyi bilmek zorundalar sanki. Bir bırakın biz zavallı gençleri! Bir şeyi bilmeyin de bize özel bir şey kalsın. Değil mi? Neyse ki günlüğümü asma kilidi olan bir kutuya koyuyorum. Sizce abartılı mı? Hiç de bile, öyle olmasa büyükannemin oyuncağı olurdu zavallı!

                             (...)

          Sonunda kaydı yaptırmıştım ve güzel bir milkshakeyi hak etmiştim. Oturmuş içeceğimi yudumlarken biri yanıma gelip " Oturabilir miyim? " dedi. Tam 'hayır' diyecekken gelen kişinin Ouzou olduğunu fark ettim ve hemen kibar prenses moduna girdim.
- Elbette.
- Demek gizli inin burası.
- Hayır ama artık olabilir çünkü cidden harika ve huzur verici bir mekân.
- Katılacağın yarışma ne zaman?
- Haftaya pazartesi.
- Bugün maça gelecek misin?
- Tabiki. Hayatta kaçırmam. Hatta eğer isterseniz size tezahürat yapabilirim.
- Bak bu iyi. Ha, bu arada şarkı söylüyordun değil mi?
- Evet ve sesimi duyan herkes bayılır.
- Demek öyle, o zaman 'harika' sesinle bana bir şarkı söyle.
- Sebep?
- Nasıl sebep?
- Yani sesimi duymak için ne gibi meziyetlere sahipsin?
- Öyle desene! Birincisi çok yakışıklıyım, bunu zaten fark etmişsindir. İkincisi harika futbol oynuyorum, üçüncüsü judo biliyorum daha da saymamı ister misin?

          Ne kadar da kibirli, hem ne var judo biliyorsan ben de kung-fu biliyorum.
- Sağol ama ne yazık ki bugün olmaz.
- Neden?
- Çünkü maça gitmeliyiz hatta hemen çıkmalıyız.

          Hesabı ödeme konusunda ısrar etsem de Ouzou benden daha inatçı çıktı. O kısa sohbetten sonra benim için iyi bir arkadaş olabileceği kanaatine vardım.













KİRAZ AĞACININ BÜYÜSÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin