Sonunda eve varmıştık. İçeri girdiğimizde bizi büyükannemin sağ kolu, aynı zamanda da avukatı, Mösyö Miguel ve en eski çalışanlarımızdan Señorita Rosa karşıladı. Buyukkannem odasına çıktı bense hala valizi taşımakla uğraşıyorum.
- Bienvenidos Señorita Sol.
- Hola Rosa, muchos gracias.
- Size yardım edeyim.
- Kendim hallederim, sorun yok. Rosa, bu gece yemekte ne var?
- Bir Meksika klasiği: Taco.
- Tacoya bayılırım, hele de seninkiyse.
Rosa gülümsedi sonra yavaşça yanıma gelip kulağıma bir şeyler fısıldadı.
- Sol, geçenlerde bir akrabam Meksika'dan bana meksika şekeri yolladı. Canın isteyince haber ver.
- Rosa, sen harikasın ama onları sakladın değil mi? Biliyorsun büyükannemin ona alerjisi var, buna rağmen görürse yine de yer.
- Sen merak etme, ben o işi hallettim bile.
Odama çıkıp telefonumu açtığımda instagramdan bildirim geldi. Somin takip isteği atmıştı, kabul edip ben de onu takip ettim.
Dolabımı açtığım zaman bütün giysilerimin tek tip olduğunu fark ettim. Birkaç küçük model değişse de hepsi neredeyse aynıydı. Yeni şeyler deneme vaktinin geldiğini anladım.
Telefonumdan gelen ani bildirim sesi beni ürkütmüştü. Ses Somin' in attığı bir paylaşımdan gelmişti, bir fotoğraftı. Altında "Japonya'da son günüm" yazılıydı. Japon olmadığını anlamıştım, hem yüz tipi hem de ismi sebebiyle. Muhtemelen Güney Korelidir.
Paylaştığı fotoğraf Ouzou'yla beraber çekilmişti. Fotoğrafta tıpkı bir çift gibi görünüyorlardı. O an içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim. Garip bir şekilde içimde öfke de vardı.
Önceleri iyi şeyler yapmak isterken şimdi sadece yıkmak, yok etmek istiyordum. Bana yaşatılanların bedelini tek tek ödetmek istiyordum. Eskiden meleklerin olduğu omzumda artık bir şeytan var ve bana Kötülükler Kraliçesi diyor adeta.💮
Mağazaya girerken yeni asılmış bir film afişi dikkatimi çekti: Gece Krallığı. Başrolde gotik tarzda giyinmiş savaşçı bir prenses vardı. Onu görünce tarzının çok hoş olduğunu düşündüm. Belki de yeni tarzım bu olabilirdi ama daha modern versiyonu.
Mağazadan deri pantolon, şort ve aksesuarlar aldım. Estetik olarak çok hoş bir görüntüleri vardı sadece nasıl kombinleneceğini bulmam gerekiyordu. Siyah kottan pileli bir mini etek gözüme çarpınca onu da aldım. Siyahla yakışacağını düşünerek koyu mor bir bluz ve kırmızı, kapüşonlu bol bir üst aldım. Kış gelince bu tarz giysileri ihtiyacım oluyordu.
Deri pantolonumla mor bluzu üzerime giydim. Üstü için siyah deri ceket aldım. Aynadan kendime bakınca makyajım ve sarı saçlarımın çok sırıttığını fark ettim. Eşyaları yüklenip kuaförün yolunu tuttum. Eşyaları boş koltuklara yerleştirdim.
- Hanımefendi, bakar mısınız? Saçıma siyah ombre yapmak istiyorum.
Saçımı biraz inceledikten sonra emin olmak için bana döndü.
- Boya üstüne boya istediğine emin misin? Saçın zarar görebilir.
- Boya mı? Benim saçım doğal sarı, ciddiyim.
Saçıma dokununca doğru söylediğimi anladı. Ancak gerçek olmasına şaşırmıştı, babamın genleri ne de olsa.
Saçımı halledip makyaja geçti. Gözlerime simsiyah bir far sürdü. Biraz allık ve dudak parlatıcısıyla her şey bitmişti. Nasıl olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. Farklıydım yine de şık olduğuna inanıp eve geçtim.💮
Bugün okulun ilk günü. Lise üçüncü sınıfa başladım. Zorlu bir maraton beni bekliyordu. Yine de okulun en iyilerinden olmak istiyordum. Mümkünse liseden mezun olunca ülke çapında derece planlarım vardı.
Okul kapısından girer girmez herkes gözlerini bana çevirdi. Bu gayet normaldi çünkü üniforma giysem de saçlarımdaki değişim beni önceden tanıyanlar için büyük bir farklılıktı.
- Sol, günaydın! Nasılsın, yaz nasıldı?
- Mia! Seni çok özledim!
Ben Mia' ya sarılmış dururken arkadan tanıdık bir erkek sesi bana seslendi.
- Ooo kimler gelmiş? Bana da sarılmak yok mu? Yoksa beni özlemedin mi?
- Seni aptal! Tabi özledim, gel buraya!
Bu kuzenim Justin. İki yakın arkadaşımdan biri, arkadaş demek ne kadar doğru olur bilmiyorum çünkü Mia, Justin ve ben kardeş gibi büyüdük.
- Eee, anlat bakalım. Japonya'da ne yaptın?
Ders zili çalınca Justin' in sorusunu görmezden gelip onu sınıfına postaladık. Mia' yla birlikte kendi sınıfımıza gittik. Justin bizden bir yaş büyük olduğundan aynı sınıfa düşme ihtimalimiz yoktu.
İlk ders biyolojiydi. Derse girince sınıfta yeni bir yüz vardı ama bu olamaz! Onun burada ne işi var?
- Sol, sen iyi misin?
- E-evet iyiyim. Mia, bu kız kim?
- Bilmem ki. Daha önce görmedim. Yeni öğrenci olsa gerek. Neden sordun?
- Öylesine.
Bunu söylerken bir yandan da kızı süzüyordum. Bir anda yüzünü çevirince göz göze geldik. Yerinden kalkıp yanıma geldi.
- Sol, merhaba!
Onu girmeyi hiç istemiyordum, hele konuşmayı hiç. Yine de şimdilik ön yargılı olmak yerine onunla düzgünce iletişim kurmak daha doğru olacaktır.
- Selam Somin. İyiyim ya sen?
- Açıkçası başta biraz garip hislerim vardı. Yani yeni ülke, yeni insanlar anlarsın ya tereddütlüydüm. Ama seninle karşılaştık ya kendimi biraz rahatlamış hissediyorum.
- Gerçekten mi?
- Elbette, ne de olsa arkadaşımsın değil mi?
- Sanırım öyle.
- Peki beni arkadaşınla tanıştırmaz mıydın?
- Ah, unutmuşum! Mia, Somin; Somin, Mia.
- Memnun oldum Mia.
- Ben de memnun oldum Somin. Güney Kore' densin sanırım, uzak sayılmayız. Ben de Taylandlıyım