bölüm yedi
"ben bu hisli şarkıları senden öğrendim."
On sekiz sene yaşamıştım bu hayatta.On sekiz yıl.
Bir sürü şey yaşamıştım, başıma gelebilecek bütün felaket senaryolarının başrolünü oynamış, çok düşmüş ve düştükçe kalkmak için çırpınmıştım. Bir sürü hatıra vardı beynimin içinde. İşte bazı anlar böyledir, aklımıza kazınırlar. Sonra hafızanız silinir, üzerinden zaman geçer, ya da en basitinden unutmak istersiniz ve unutursunuz. Çünkü aklınıza kazınanlar önemsizdir, değersizdir, geçicidir. Ben bu hatıralarımı yaşamamış sayıyordum, hiç var olmamışlar gibi yoluma devam ediyordum.
Ama bazı anlar vardı ki aklınıza değil kalbinize kazınıyordu. Üzerinden aylar yıllar geçebilirdi, beyninizi yerinden çıkarabilirlerdi, siz unutmak için ne kadar mücadele ederseniz edin asla unutamazdınız. Çünkü kalbe kazınanları silemezsiniz. Ölseniz bile, hatta ölümsüzlüğü bulup sonsuza kadar yaşasanız bile, beyninizdeki bütün anıları yok saysanız bile unutamazdınız.
İşte benim kalbime kazıdığım hatıraların hepsi bana acı veren şeylerdi.
Altı sene sonra ilk defa birisinin sana sarıldığı o gece?
Evet, o bile acı vericiydi. Yalnızlığımı yüzüme vurmuştu. Kimsesizliğimi, yaslanacak tek bir dayanağım bile olmadığını tokat gibi çarpmıştı bana.
Ama şu an kaçırılıyor olmam, camları filmle kaplı büyük bir minibüsün içinde bilinmezliğe doğru gitmem ve beni kaçıran üç yabancı adamla birlikte aynı arabanın içinde bulunmam kalbime kazınacak bir hatıra değildi kesinlikle. En fazla bir sene sonra unuturdum çünkü muhtemelen babam yaşamaya devam ettiği sürece başıma gelen tek kaçırılma olayı bu olmayacaktı. Önemsizdi yani, alışılacak bir durumdu.
Yani, en azından ben öyle sanıyordum.
İşin en garip yanı da buydu. Bir olayı yaşarken aklınıza mı yoksa kalbinize mi kazıyacağınızı bilmiyordunuz. Tıpkı benim şu an önemsiz gördüğüm bu olayın üzerimdeki tesirinin seneler geçse bile azalmayacağı gibi..
Nerden bilebilirdim ki?
Hayatımın tam da bu noktadan itibaren değişeceğini, hatta kendime ait hayat diyebileceğim bir yaşantımın var olmayacağını.. Bilemezdim. O yüzden hâlâ gevşek tavırlarla, karşımda duran ve beni kaçırmakla görevlendirilmiş adamla iletişime geçmeye çalışıyordım.
"Pardon, çok kısa bir sorum olacak? Telefonumu neden almadınız?" Evet, telefonumu almamışlardı. Hâlâ göt cebimde duruyordu.
"Çünkü arayacak kimsen yok."
"Anlamadım?" Ne demek arayacak kimsen yok? Amcam vardı, Beril vardı.
"Gayet basit bir şey söyledim aslında. Arayacak kimsen yok." dedi gözlerimin içine bakarak. Koluna taktığı pahalı marka saat gözlerimi alırken tiksinir gibi bir ifadeyle bakıp "Anlamadım." dedim bastıra bastıra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOKAK GÜVERCİNİ
Teen FictionBiz seninle bir yangın başlattık. Şimdi ne gözlerinde taşıdığın okyanus, ne de senin kurtulmak için verdiğin çırpınışlar bu yangını söndürebilir. Kabul et Çağıl, ikimiz de yanacağız.