Gavin'in uzun bir süre, neredeyse akşama kadar uyumasına izin vermiştim. Banyodan çıktığımda fark etmiştim ki benim için tepsi vardı. Ona getirdiğim çorbadan, o da bana getirmişti ve bu... Garip hissettirmişti. Yemek yedikten sonra masasında oturmuş, bilgisayardan ödemeleri halletmiştim. Bir yandan da annemle mesajlaşıyordum. Öğlen yemeğine tek başıma katılmış, orada da gitmemiz gereken saati öğrenmiştim.
Gavin'i istediği şekilde uyandırmış, ilaçlarını içmesini sağlamıştım. Bu süreçte huşuyla beni izliyordu. Sanırım hastalığı biraz daha nüksetmişti ya da sadece öyle bakmak istemişti. Her ne olursa olsun, gözlerinin tenimi ürperttiği bir gerçekti. Ama bu sefer tiksindirici bir renkte kaybolmuş gibi hissetmiyordum. Gözlerinin rengi hakkında artık ne düşündüğümden emin değildim açıkçası.
Gavin, kıyafet odasında oyalanırken ben de makyajımla hafif dağınık bıraktığım topuzumu tamamlamıştım ve banyoya, elbisemi giymeye gitmiştim. Sırtı açık, uzun, gri, sol bacağında yırtmacı ve göğsünde hareketli bir büzgüsü olan saten bir elbise seçmiştim. Uzun süre sonra elbise giymek garip hissettirmişti. Ayakkabım ince taşlı bir topuklu, çantam ise elbisenin renginde clutch modeldi. Kıyafetlerim konusunda her şey garipti çünkü bir çift, Kaliforniya'daki dolabımdaki tüm kıyafetlerin ederinden fazlaydı. Bundan rahatsız olup olmadığıma emin değildim ama, kesinlikle, bunları döndüğümde yanımda götürmeyecektim.
Odaya döndüğümde Gavin'in, aynanın önünde, saçını eliyle geriye doğru taradığını gördüm. Üstünde, vücudunu saran lacivert bir gömlek ve gri kumaş pantolon vardı. Yüce Tanrım. Birinin vücudunu abartmak bana saçma geliyordu ama eğer bir model ajansı olsam bu adamın yakasından düşmezdim yemin ederim.
Gavin kısık bir tonda, acıyla inlediğinde gözlerim kıçından yüzüne kaydı. Neresinin acıdığını anlamaya çalışırken bana bakıyor olduğunu fark ettim. "O ses de neydi?" diye sordum.
Bana yaklaşarak boştaki elimi tuttu. Boyumu yükselten uzun topuklular sayesinde aramızda sadece boyumuzun eşitlenmesine en fazla altı santim vardı. Kolumu kaldırıp beni kendi etrafımda döndürmesine izin verdim.
Durduğunda iki elini de belime koyarak kumaşın üstünden beni hafifçe okşadı. "Belezza, Tanrı şahidim olsun ki, her baktığımda daha da güzelleşiyorsun." dedi, tek bir solukta. Gözlerini yavaşça yukarı çıkardı ve göğüslerime baktı. "Vay anasınınki."
Memnuniyetle gülümsedim. "Teşekkür ederim."
"Hı hı." diye bir ses çıkardı.
"Hadi, gidelim." diyerek elini tuttum ve onu çektim. Masanın yanından geçerken, bir aksesuar gibi taşıyacağına emin olduğum ceketini aldı. Elini tutarken birkaç adım önden yürümeme izin verdi; muhtemelen beni arkadan daha iyi inceleyebilmek içindi bu.
Bakışları, tavrı ve söyledikleri o an dünyadaki en güzel kadın gibi hissetmemi sağlamıştı. Özgüven patlaması yaşıyordum.
Birkaç dakika sonra hepimiz aynı limuzinin içindeydik. Annesi Antonietta, babası Federico, büyük kardeşi Samuele ve eşiyle birlikte oturuyorduk. Babası telefon konuşması yaptığı için sessizdik. Ben de bu sürede Samuele'nin eşini inceledim. Adı Sanyu idi. Sessiz bir kadındı. Gözleri ince, uzun ve çekikti. Yüzünde pek bir ifade yoktu ama Samuele'ye bakarken bakışları yumuşuyor gibi geliyordu. Samuele ise bambaşka bir olaydı. Adeta kobay gibiydi. Sopa yutmuş gibi duruyor, boka batsa asil duruşundan ödün vermeyecekmiş gibi bir hava yayıyordu. Yine de itici değildi, sadece kendi halinde elinden geleni yapmaya çalışan biri gibiydi. İşin hoş tarafı, o da Sanyu'yu seviyormuş gibiydi çünkü kadın saçını düzeltmek için elini elinden çektiğinde ona yardım etmiş, ardından tekrar elini tutmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir zehir gibi
Teen Fiction(5) Gavin Drew, gözlerinin tüm kadınları tavlayabileceğine inanıyordu. Ne var ki Novella Flores, mavinin her tonundan nefret ederdi.