* Hafsa'm *

138 8 2
                                    

1 Hafta Sonra

Şehzade Selim ile aşkımızın ilk ayını devirmiştik. Gün geçtikçe sevdamız daha da derinleşiyor bambaşka bir boyut kazanıyordu.

Bu sırada eğitimlerime de devam ediyordum. Hasekiliğe aday olduğumdan bir sultanda lazım gelen her tür edebi, usulü öğreniyordum. Dildade Kalfanın dediğine göre epeyce yol katetmişim. Artık bir an evvel gebe kalıp, hanedana bir şehzade vermeliymişim.

İnanıyordum. Bir gün ben de şehzade doğuracaktım ve  haseki sultan olacaktım.

***

Şehzade Selim'in ablası Rukiye Sultan eşinin vefatı dolayısıyla buraya yerleşmiş, vaktinin çoğunu Gülnar Sultan ve onun oğlu  Şehzade Mustafa ile geçiriyordu. Bu durumu kıskanmıyor değildim hani. Zira Gülnar Sultan güçleniyor, güçlendikçe de günden güne seviliyordu.

Şükürler olsun ki Şehzade Selim'in kalbi bana aitti. Ben onun yegânesi, Zamira'sı, Melek'i, Hafsa'sıydım. Öylesine sevdalıydık ki birbirimize saray halkı dahil herkes bizi konuşur, kimi kıskanır kimi de gıpta ederdi.

***

Hazırlanıyordum. Üzerime yeşil bir kaftan giymiş, saçıma da şehzadem tarafından hediye edilen sarı taşlı küçük tacımı takmıştım. Sözleştiğimiz üzere öğlenki meşveretten sonra birlikte sarayımızın bahçesinde dolaşıp, muhabbet edecektik.

Nazcan Hatun:

" Ay... Vallahi çok güzel oldun Hafsa! Şehzademiz bir kez daha meftun olacak sana."

Gülmüştüm. Nazcan'nın söylediği sözler hoşuma gitmişti. Yavaştan bahçeye gitmeliydim artık.

Dairemden çıkıp taşlığa vardım. Bir iki edâlı bakış atarak süzüldüm. Öyle ya koskoca şehzadenin yatağına girmiş, gönlünü çalmıştım. Hele ki de aşkımız dillerde yayılmaya başlamışken sefasını da sürmem hakkımdı.

Emine Hatun:

"Hep böyle gidecek değil ya Hafsa Hatun! Elbet bir gün başkası gelecek yerine."

"Sen öyle san!"

Cihan Hatun:

"Doğru söylüyor. Bugün değilse yarın başka birini isteyecek şehzademiz. Neyse sen bugünlerinin keyfini çıkar."

İster istemez söylenenlere üzülmüş, içimi bir korku kaplamıştı.Ama yok. Boşuna kuruntu yapıyordum. Böyle büyük bir saadeti ne yok edebilirdi ki?

Bahçeye varmıştım. Mor salkımlı sarmaşıklar arasına kurulu kamelyada Selim'im oturuyordu. Bense adımlarımı sıklaştırıp ona doğru sevgimle ilerliyordum.

"Şehzadem..."

" Hafsa ..."

Yerinden doğrulup bana doğru gelmişti Selim. Ardından da birlikte sarayın bahçesinde gezinmeye koyulmuştuk.

"Bana ne yaptın böyle ey gözleri ahû dilber?"

Utanmıştım.Yanaklarım al al olmuş, hafif bir tebessümle karşılık vermiştim.

"Gözümü kapatınca sen, açınca sen... Aklımdan hayalin çıkmaz oldu ey benim saadet kuşum. "

Bu tatlı iltifatlar karşısında yalnızca gülümsemekle yetiniyordum. Öyle ki yapabildiğim tek şey buydu.
Selim ise durmamış beni daha da utandırmak istercesine bahçenin kuytu köşesinde katmer katmer açmış olan gülü işaret etmişti.

"Şu gülü görür müsün Hafsa'm ? İşte sen de benim kalbimin en kuytu yerinde böylece kök saldın, yeşerdin. İşte böyle kat kat açtın."

" Selim... "

Sımsıkı sarılmıştım ona o an. Kopmamacasına. Sımsıkı... Kaldı ki böylesi saadet çağına bir daha rast gelmeyebilirdim.

"Şehzadem... Siz benim huzur bulduğum, saadetimin kaynağı, efendimsiniz."

***

Alam-u Askam  ( Kederler Ve Hastalıklar ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin